bir düşünceden bir sahne metnine yolculuk[1]

(prova günlükleri ve notları)

2009 yılına gelinceye kadar, gösteri metinlerinden ya da klasik dramatik metinlerden hareketle  sırasıyla Lahana Sarma, Böyle Devam Edemeyiz, Alem Buysa Kral Übü, III. Riçırd Faciası, Tartüf Bey, Nasıl Anlatsak Şunu adlı oyunları üreten, yurt içinde dışında sayısız festival ve etkinliğe katılan topluluk 2009/2010 sezonunda  Edibe Ayşen Kutlugil’in Eserinden Hareketle Hakiki Gala adlı oyunla (ilk gösterim tarihi ve yeri: 15.10.2009, Oyuncular Tiyatro Kahve, Istanbul) seyirci karşısına çıktı. Bu oyunun çıkış noktasını ise topluluğum kimi oyunlarında dramaturg ve/veya yönetmen olarak çalışmış olan Doç. Dr. Çetin Sarıkartal’ın Klasik Dramatik Metinleri Bugün Buradan Anlatmak[2] başlıklı makalesinin bir bölümü oluşturdu:
“(…) Geç küresel kapitalizmin yarattığı yeni ruh hali, özellikle Batılı toplumlarda, görebilme ve görünebilme arzusunu adeta bir ihtiyaca dönüştürmüş gibi görünüyor. Gösterim tekniklerinin ve araçlarının aşırı geliştiği ve dev kent merkezlerinde yoğunlaştığı, bizzat günlük yaşamın gösteriler biçiminde ve neredeyse tümüyle örgütlendiği koşullarda, Marx’ın geçmişte yabancılaşma olarak tanımladığından daha öteye geçen, insanların psişik varlıklarını tehdit eden bir ruh halinin egemen olduğunu gözlemliyoruz: Kendi özgün varlığından şüpheye düşen ve ancak başkaları tarafından fark edildiğinden emin olursa tatmin olabilecek bir kendinde eksiklik hali; artık yalnızca emek gücünün üretimine değil, kendine bile yabancılaşmış bir yitiklik hissi… İşte bu his, gerçek ötesi ya da aşırı özgün anlara duyulan ihtiyacı beraberinde getiriyor. (…)
Böylesi bir post-özgünlük ihtiyacı ya da kendini markalaştırma arzusu, insanların normallik sınırları içindeyken kendilerini eksik ve küçük hissettiklerini düşündürüyor. Çağdaş Batı tiyatrosunda, insanların “kendi özgün öykülerini” anlatmalarına ya da bizzat kendi yaşamlarından kesitlerin gösterime dönüştürülmesine dayanan projeler, öte yandan oyun yazımında ve sahnelemede “çıplak gerçeği sansürsüz bir biçimde temsil etmeye” yönelik çabalar, geç kapitalizmin yarattığı yeni ruh haline tiyatro alanından yanıt verme girişimleri olarak görülebilir. Artık insanlar, kendilerini anlattıkları ya da canlandırdıkları anlarda daha hakiki bir şey yaşadıklarını sanıyorlar çünkü başkalarının onları kendilerini temsil ederken seyrediyor ve bundan hoşlanıyor oluşu, kendi gözlerinde “özgün ötesi” bir varlığa erişmenin göstergesi oluyor. Kısacası, kendilerini anlatabilen, kendilerini gösterebilen kendilerine, hayatını yaşayan kendilerinden daha çok güveniyorlar. (…)
Bugünün anlatıcısından beklenen şey karizmatik olması, yani özgünlüğün bir kez daha özgünleştirilmiş bir halini sunması ise, tiyatro sahnesinde sözde gerçeği anlatma ve gösterme girişimleri nasıl özgün olabilir? Postmodern kapitalist kültürün insanlara dayattığı ve “reality show” adı verilen televizyon programlarında en aşırı örnekleri görülen kendini kurbanlaştırma durumunu, diğer bir deyişle, kendini tüm çıplaklığıyla toplumun zalim seyrine sunarak karizma oluşturma çabasını tiyatro sahnesinde tekrarlamaktan öte ne yapılabilir?”

Hakiki Gala üzerine çalışmaya başlanıldığında elde, yukarıdaki satırlarda irdelenen kavramlardan ve anlatmaya hevesli iki anlatıcıdan başka bir şey yoktu.  Bir de doğal olarak önceki oyunlardan birikerek gelenler vardı: illüzyon kurma ve illüzyon kırma, tekerleme, olaylarda, durumlarda, sözlerde tekrar/simetri, taklitler, bozuk telaffuz, oyuna işaret etme, oyundan çıkma, rol-içinde-rol, oyun-içinde-oyun,  yadırgatma, ironi, grotesk…
Çalışmanın ilk aşamasında anlatıya malzeme oluşturacak metin arayışına gidildi ve bu noktada ‘3.sayfa haberleri’  araştırılmaya, taranmaya başlandı. Yüzlercesi arasından seçilen ve derlenen haberlerden ilk taslak metinler oluşturuldu. Oyunun açılışında yer alması düşünülen sözsüz bölümün ve söz konusu metinlerin doğaçlama çalışmalarına başlandı. Gün ve gün yapılan çalışmalar kâğıda dökülmek, sonra ortaya çıkan bu gösterim metinlerini yeniden doğaçlamak suretiyle adım adım ilerlendi.
İpi defalarca çekilerek çalıştırılan, önce aksırıp tıksırarak, oflayıp puflayarak devreye giren, tam çalıştı derken tuhaf sesler çıkararak duran, sonra yine bir gayret ipi çekilerek çalışmaya başlayan, kendi ritmini, tavını bulunca da giderek daha hızlı ve düzenli çalışan ve işe yarayan bir pancar motoruna benzetilebilir bu çalışmalar.  Böylece motordan giderek daha düzenli sesler gelmeye başladıktan sonra metin son halini almaya doğru daha hızlı ilerlemeye başladı.
Burada önce, ilk adıyla Gala, son adıyla Hakiki Gala’nın kâğıt üzerinde ilk oluşmaya başladığı günden itibaren tutulan notlara günlük  biçiminde yer verilmiştir; bu, sahne üzerinde doğaçlamalara ve gösteri metnine giden yolun hangi aşamalardan geçtiğinin ortaya konabilmesi bakımından yapılmıştır, çünkü gerçekte de çalışma yöntemi gün ve gün alınan çalışma notlarına dayanıyordu. Bu günlük Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş tarafından ayrı ayrı tutulan notları içermektedir. Günlüklere, oyunlar arası etkileşimin nasıl seyrettiği konusunda bir fikir vermesi bakımından t i y a t r o t e m’in o zaman diliminde nerede, hangi oyunları oynadığı da dahil edilmiştir.
Çalışmanın belli bir aşamasında gelinen nokta, t i y a t r o t e m’in kimi oyunlarında yönetmen asistanı olarak çalışmış olan  Ayşe Bayramoğlu’yla paylaşıldı; onun da dahil olmasıyla birlikte sahne üzerinde doğaçlamalara başlandı. Her gün yapılan doğaçlamalar Ayşe Bayramoğlu tarafından izlendi, prova notları olarak kâğıda döküldü. Bu prova notlarını göz önünde bulundurarak yeniden doğaçlamalar yapıldı ve çok yavaş da olsa ‘gösteri metni’ oluşmaya başladı. Bu kitapta günlükler ve söz konusu prova notlarına iç içe yer almaktadır.
Yine belli bir aşamada gelinen noktada, daha doğrusu kısa da olsa ‘seyir edilebilecek’ bir bölüm ortaya çıkınca Çetin Sarıkartal çalışmaya önce dramaturg, sonra yönetmen olarak dahil oldu. Bu aşamadan sonra Ayşe Bayramoğlu metnin yazarı olarak devreye girdi ve böylece ortaya bir metin çıkmaya başladı.

Yukarıda kısaca bahsedildiği gibi ilk adıyla Gala, son adıyla Hakiki Gala adlı oyuna çıkış noktası olan Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş’ın, Çetin Sarıkartal’ın bir makalesinde geçen bir cümledir. Fakat bu cümle bir çıkış noktası oluşturup zihinlere Gala/ Hakiki Gala fikrini düşürmeden önce hali hazırda bir oyun projesi zaten mevcuttu. Hakiki Gala’dan bahsetmeden önce diğer oyun fikrinden bahsetmekte fayda var, aşağıda paylaşılacak olan Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş’ın günlük halinde tuttukları notlardan da anlaşılacağı üzere her iki oyunun temel dertleri kol kola girebilecek uzaklıktalar.
01.06.2008
Yeni bir oyun yapmak için okumalar yapmaya başladık. Aşk üzerine bir oyun yapacağımızı düşünüyoruz.
Rabelais Gargantua, Pantagruell, eski Türk oyunları (A.K.Tecer Köşebaşı; M.Celal Macun Hokkası, Selma, Fermanlı Deli Hazretleri, Kaşıkçılar, Kafes Arkasında; A.V.Paşa Zoraki Tabip, Meraki; Ali Bey Ayyar Hamza, Kokona Yatıyor, Geveze Berber; R.Ekrem Çok Bilen Çok Yanılır; İ.Ahmet Ceza Kanunu; T. Kasap İşkilli Memo, Pinti Hamit); Namık Kemal (Vatan Yahut Silistre, Gülnihal ); Racine Le Cid; Çehov  Ayı, Bir Evlenme Teklifi, Tütünün Zararları, Yazlıkçının Yaşamı; Shakespeare Macbeth; Filiz Bingölçe Futbol Argosu Sözlüğü, Asker  Argosu Sözlüğü, Kadın Argosu Sözlüğü; Galip Paşa  Mutayebat-ı Türkiyye Türkçe Eğlencelikler; Enderunlu Fazıl Kadınlar Kitabı; Pertev Naili Boratav Nasreddin Hoca; M.Bahtin Rabelais ve Dünyası; Süreyya KaracaBey Brecht’ten Sonra; Beliz Güçbilmez Zemin / Zaman / Zuhur  okunuyor.
10.06.2008
Oyunda bir hikâye olsun → bir yerinden başka, bir yerinden başka bir hikâye açılsın. Hikâye içinde hikâye; daire içinde daire olsun.
26.08.2008
Cin alayları geliyor gözümüzün önüne. Oyunun başında bir cin alayı bir takım gürültüler çıkararak sahneye girer. (…)
Oyuncu, oynayan, oynatan, rol kişisi, kukla/tasvir, oynatıcı ilişkisi üzerine tekrar tekrar düşünüyoruz: Rol kişisi oyuncuya bir süreliğine emanet; oyuncu onu oynatacak ve sonra bırakacak, tıpkı kukla gibi.
12.09.2008
Sezonu Bursa’da açtık; Nasıl Anlatsak Şunu adlı oyunumuzu 13. Uluslar arası ASSITEJ Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali 2008 kapsamında Çocuk Sanatevi’nde oynadık.
17.09.2008
Oyuncu kendi hikâyesini anlatırken birden arıza çıksın. Bu, kendi hikâyesini anlatan, örneğin Bağ-Kur’da bir memure, bir çağrı merkezinde çalışan bir kadın, bir konfeksiyon işçisi olabilir. Her biri sırayla kendi hikâyesini anlatabilir.
04.11.2008
Alem Buysa Kral Übü’yü Oyun Atölyesi’nde oynamaya başladık.
09.12.2008
Biz ne arıyoruz? Kendimiz sıfırdan bir oyun mu yapacağız? Daha önce yaptığımız gibi ‘bir oyundan hareketle’ bir gösteri metni mi oluşturacağız? O oyunu mu arıyoruz? Meselemiz ne? Yanılsama kurmak ve yıkmak üzerine bir oyun olabilir mi? Bir melodram olabilir mi? Oynamaya çalışmak üzerine bir oyun olabilir mi? Çok bilindik, ünlü sahneleri oynamaya çalışmak üzerine bir oyun olabilir mi? Değişik türleri denemek üzerine bir oyun olabilir mi?
Aklımızda iki ayrı oyun düşüncesi birlikte at koşturuyor: adını Aşk Bunun Neresinde koyacağımız aşk üzerine bir oyun ve adını Gala koyacağımız bir oyun.
30.01.2009
Nasıl Anlatsak Şunu adlı oyunumuzu 7th Ishara International Puppet Theatre Festival, 2009 kapsamında Yeni Delhi ve Bombay’da oynadık.
01.03.2009
Istanbul Modern Sanatlar Müzesi’nde Gölgeye Övgü sergisi kapsamında Lahana Sarma’yı oynamaya başladık. 7 oyun oynayacağız.

Bu noktada günlüklere bir ara verelim ve bir noktayı açıklığa kavuşturalım. Bir tiyatrotem geleneği olan oyun metnini sahne üzerinde oluşturma tavrı Gala / Hakiki Gala için de geçerlidir. Önce oyuna dair birbirinden bağımsız fikirler ortaya atılmış, daha sonra bu fikirlerin birbirleriyle bağlantısı olma ihtimali ya da birer bağlantı oluşturma ihtimalleri üzerinde tartışılmış, ardından da gelinen noktada elde olan verilerle sahneye çıkılıp doğaçlamalar yapılmıştır. Bu detaylar prova notlarında da görülecektir.
27.03.2009
Gala’ya dair:

–         Her oyun gerçekten son oyun gibi oynanmalı ya da sondan 3. oyun gibi oynanmalı. Hani bu işte 45 yıl emek harcayıp bir organizatörün girişimiyle son çıkışını yapan ve çok başarılı bir sezon geçirip oyunu kapatacak ve belki de ondan sonra unutulacak olan iki oyuncu gibi…

–         Daha da iyisi bit pazarına nur yağıyor diye köşelerinden çekilip alınmış, ama fıslayan bir projede heba olmuş iki oyuncu gibi…

–      Ya da en dandik sirk gösterisinde dünyanın en muhteşem gösterisini sunuyormuş gibi yapan, ama bunu çok iyi yapan animatörler gibi…
22.04.2009
Alem Buysa Kral Übü’yü Oyun Atölyesi’nde son kez oynadık ve sezonu kapattık.
13.05.2009
Artık aşk üzerine bir oyun yapmayacağımızı biliyoruz. Yine yeniden düşünmeye başlıyoruz, ama bu güne kadar yapılanlar boşa gitmez… Elde var Gala… Elde var iki anlatıcı, bir kadın ve bir erkek: Lûtfi Bey ve Müesser Hanım…

Yine günlüklere bir ara verelim. İşte Gala / Hakiki Gala hakkında ilk elle tutulur malzemeler: İki anlatıcı, Müesser Hanım ve Lûtfi Bey. Bu iki anlatıcı sadece isimleriyle varlar. Onlar hakkında henüz kimse bir fikir sahibi değil. Sürecin devamında da görüleceği gibi uzunca bir süre bu hal devam edecek.
18-19.05.2009
Oyun açılışı için uçuşan replikler

–         Müsaitseniz bir şey anlatabilir miyim?

–         Müsaitseniz bir şey anlatacağım. (Kendi hikâyelerimiz / iç dökme / seyirciyle dertleşme / bir tür bilinç akışı / serbest atış / konudan konuya atlama)

–         Hep söylerdim…

–         Hep söylerim…

–         Hep derdim ki…

–         Müsait değilseniz gideyim… gideyim mi?

(Oyunun sonunda çantalarındaki bütün nesneler masanın üzerinde birikir. Onlarla bir sürü ‘oyun’ oynanmıştır.)

20.05.2009 akşam saatleri
Bu gün akşam saatlerinde  yeni oyun üzerine uzun uzun konuştuk.
Oyunun adı ‘Gala’ ya da ‘Son 3 Gala’ olabilir.
Bizim cümlemiz ‘Müsaitseniz Size Bir şey Anlatacağım’ olabilir.

Günlüklerin buraya kadar paylaşılan bölümlerinden de anlaşılacağı üzere bir cümle, bir temel dertten hareketle tüm hikâyeyi oluşturmak ve elde olan iki anlatıcının da bu dert sayesinde oluşan hikâyeyle şekillenmesi ana amaçlardan biriydi.
21.05.2009
Nereden, nasıl başlayacağımızı bilmiyoruz. Yol bulmaya çalışıyoruz:
Alem Buysa Kral Übü’ye dönelim, hep Alem Buysa Kral Übü’ye dönüp bakalım. Çünkü onun arkasında Lahana Sarma ve Böyle Devam Edemeyiz var. Alem Buysa Kral Übü’nün başında karanlıkta bir kişi geliyor ve elindeki seyyar lambayı yakıyor. Hiç kimse onun nereden geldiğini, kim olduğunu sormadı, çünkü o elindeki seyyar lambayı yakıp, sahne üzerinde yapması gereken işleri yaparken seyircinin farkındaydı; onlara “evet, siz buradasınız, benimle birliktesiniz” diyordu…
Alem Buysa Kral Übü’de 3 numaralı oyuncunun oyunu başlatması sözsüz bir oyunla gerçekleşiyor. Pekâlâ, biz iki kişi oyunu başlatırken bunun muadilini bulamaz mıyız? Buluruz! Biz ikimiz, iki ortak, iki yoldaş, iki omuzdaş gelip  o 3 numaralı oyuncu gibi ışıkları yaksak; o heyecanla ışıkların yandığı ‘alan’a, ‘oyun alanı’na girsek… O zaman masayı da gerekirse açıp kurarız, sandalyelerimizi de (katlanan sandalyeler olduğunu düşünelim) açarız yerleştiririz. Küçük bavullarımızı da açar hazırlarız…
Böyle bir başlangıç çok Batı’lı gibi gelebilir. Olsun. Biz Batı’lı bir eğitim aldık. Ama buraya ait olduğumuzun farkına vardık. Bu ikisi arasında gidip geliyoruz…
Galiba bizim sorunumuz şu: Yerli bir iş yaparken ya da yapmaya çalışırken Batı’ya kayıyoruz. Şimdi Batı’lı bir iş yapalım, Doğu’ya kaydığımızı, ya da ne kadar Doğu’ya ait olduğumuzu göreceğiz… ya da görmeyeceğiz.

29.05.2009
Gala’nın başında yer alması düşünülen sözsüz oyun için notlar:
Şimdi, oyunda yer alacak olan iki kişi var ya, bir kadın ve bir erkek var ya, bunlar ‘okuma tiyatrosu’ yapacaklarmış; bu bir ‘okuma tiyatrosu galası’ymış. Ellerinde çantalarıyla ve okuyacakları tiyatro oyunuyla gelirler. Erkek çantanın içinde kitabı aramaya başlar. Kadın bir süre bekler, arama işi uzayınca arama işine o da katılır, beraber aramaya başlarlar, sonunda kitap bulunur, kitabın adı ‘Gala’dır.  Herkes yerine geçer. Kadın oyunu okumaya başlar, o anda erkek yanlış sayfayı açtığının ayırdına varır, derken sayfa konusu da netliğe kavuşur. Okumaya başlarlar, ama iki kitaptaki metin birbirini tutmamaktadır. Bakarlar: Aynı kitap mı? Aynı! Aynı kapak mı? Aynı!
Ne yapacaklarını bilemezler. “Oyun bozuk başladı, iyisi mi baştan başlayalım,” derler. Tüm ışıkları söndürüp baştan girerler, aynı hareketleri yaparlar, vs.vs.vs. (…)
10.06.2009
Oyunun akışı için öneri:
AÇILIŞ
ASIL → erkek kitabını bulamaz → farklı metinler
1.TEKRAR → kadın kitabını bulamaz → cıbırca metinler
2.TEKRAR →
PROLOG’UN OKUNUŞU
AÇIŞ SELAM GÖSTERİSİ (KARŞILAMA)
1.GÖSTERİ → MÜESSER’İN HİKAYESİ
2.GÖSTERİ → LUTFİ’NİN HİKAYESİ
SESSİZLİK → GÖSTERİ SÜRMELİDİR
DANS+ANLATI
BEDENLER ÜZERİNE BASKI
DELİ DANS
UĞURLAMA
Ara geçişler: Dans yarışmaları / buz pateninde olduğu gibi, gelip durup poz almak. Bu poz, kendini izleyecek parçanın niteliğini ihbar eder. (…)
17.06.2009
Kitabı kim yazdı?
Kitabı kendileri yazmışlar…
23.06.2009
Cıbırca metin için öneri: Süreyya Karacabey’in kitabında adı geçen Karl Valentin metni; tekrarlarda böyle sıkıştırılmış metinler olabilir.
25.06.2009
“Prolog” için metin:
Müesser ve Lûtfi hayatın inişli çıkışlı, kimi karanlık, kimi aydınlık yollarında yürümeye çalışan, kendilerine yol açmaya çalışan iki yalnız insandır. Issızdırlar. Müesser ve Lûtfi, bulabildikleri cılız ışığın peşinden aydınlığa çıkma umuduyla kendi yollarında düşe kalka da olsa ilerlemeye çalışırlar. Azmin sonu selamet olduğu için sonunda bir aydınlık bulurlar kendilerine. Bunun sevinciyle küçük dünyalarını kurmaya çalışırlar, ama kader ağlarını başka türlü örmüştür. Zaten hayat siz plan yaparken başınıza gelen şeylerden ibarettir. Müesser ve Lûtfi ne kadar çırpınırlarsa çırpınsınlar bir türlü olmaz, olamaz, her şey ters gider. Ama yılmazlar, her şeye baştan başlarlar, hem de birkaç kez, tekrar tekrar denerler, ama heyhat… hepsi boştur. Öyle ki kendilerini birdenbire yeniden büyük bir karanlığın içinde bulurlar, bunun üzerine bambaşka yönlere savrulurlar. O karanlığın içersinde körebe oynarcasına büyük arayışlarını sürdürürler. Sonunda günlerden bir gün, sabrın ve azmin sonu selamete çıkar. Müesser ve Lûtfi aynı rüyada buluşurlar. Bir kereliğine de olsa kendilerini anlatma, kendilerini canlandırma şansı bulmuşlardır; bir kereliğine de olsa kendilerini temsil ederken başkalarının onları seyrediyor ve bundan hoşlanıyor oluşu, Müesser ve Lûtfi’nin kendi gözlerinde “özgün ötesi” bir varlığa erişmenin  işareti olacaktır. İşte bir kereliğine de olsa bu rüyayı gerçekleştirmek üzere… (…)
02.07.2009
Bizim problematize ettiğimiz, anlamaya çalıştığımız ne? Bu oyunu niye yapmak istiyoruz? Bunları Çetin’in makalesi dile getiriyor. (Kendini kurbanlaştırma, diğer bir deyişle, kendini tüm çıplaklığıyla toplumun zalim seyrine sunarak karizma oluşturma çabası)
Biz bunu tiyatro sahnesinde gerçek bir “reality show” gibi yapmayacağız. Bunu “alıntılayacağız”. Özgün olma çabasının ve buna dair girişimlerin “tiyatrosunu” yapmak istiyoruz.
“Reality show” özellikleri taşıyan gösterimler (ya da tv programları) aslında hakikatin değil de, yine bir temsilin temsiliyse, temsilin temsilinin tiyatrosunu (temsilini) yapmak nasıl olur acaba?
03.07.2009
Sahne içlerine, yani “canlandırmalar”a öneri:
“Şuncacık ömrümde şaşırmaktan ve acı çekmekten başka bir şey gelmedi başıma. Şaşırmak iyi, bazen sevinebiliyor insan, ama acı çekmekten kurtulamıyor,” repliğini “içerden”, en dramatik biçimde oynadıktan sonra “temsil ettiği” âna ve “temsil edilen kendisi”ne  dışarıdan, seyirciye de göstererek “nasıl gösterdim kendimi, nasıl içimi açtım size” diyerek bakmak. Sonra sandalyeye otururken o seçilmiş (üstünü silme, kabuğunu sıyırmaya çalışma) jestlerine, mastara dönmek.

Bu noktadan itibaren günlüklerle prova notları iç içe aktarılacaktır. İlk provanın yapıldığı tarih olan 3 Temmuz 2009’da Ayşe Selen, Şehsuvar Aktaş ve Ayşe Bayramoğlu toplanmış, önce elde olan metin önerisini bir kenara bırakıp Müesser Hanım ve Lûtfi Bey’in sahne üzerindeki varlıkları hakkında bir fikir sahibi olabilmek ve onları biraz olsun tanıyabilmek için doğaçlama şekilde yürünmüştür. Bu yürüme sonucunda Müesser Hanım’a ve Lûtfi Bey’e ait birkaç belirgin hareket ile belli belirsiz tavırlar bulunmuştur.

03.07.-04.07.2009 Gala ilk prova’dan notlar

         (Öndeyiş’e kadar olan yer doğaçlandı)

–         1’ken rakip olmak, 2 olmak

–         Seyircinin farkına varmak; “Bizi izliyorlar mı?” “Birileri bizi izliyor.”

–         Kendini seyirciye göstermek

–         Seyirciye kendini göstermek için daha çok ışığa ihtiyaç duymak ve hızla ışık arayışına girmek

–         Metinlerde arıza çıkınca, seyircinin beklemesini istemek ve bu istekle tekrarın daha hızlı olması

–         Seyirciyi kaybetmeme isteği

–         Okumalarda önce bir tuhaflık olduğunu fark etmeyip ısrarla anlamlandırmaya çalışmak

–         Bütün sözlerin ve oyunların seyirciye çarptırılarak oynanması; örn.: “Müsaitseniz, baştan alalım” seyirciye, gibi durumlar olduğu fark edildi.

 4 Temmuz 2009’daki ikinci provada eldeki –bir süre öneri metin olarak anılan- metnin öndeyiş diye tabir edilen bölümü de doğaçlamaya dâhil edilmiş, Müesser Hanım ve Lûtfi Bey’in bu öndeyişi okurkenki tavırları araştırılmıştır.

04.07.2009 Gala 2.prova’dan  notlar

– Okuma sesleri farklı olmalı (aktörrr).

– İlk girişten itibaren sahneyi ve ışıkları keşfetmeye çalışmak yerine kendilerini göstermeye çalışmalılar.

– 2. çıkışta ışıklar sönmeyebilir, eğer sönmezse laf da eklenebilir ‘bunlar böyle kalsın, biz baştan alalım’ gibi…

– Son tekrarda ikisi aynı anda kitapları bulunca karşılıklı ‘hah! Şimdi oluyor’ bakışı olmalı…

Bu provalarda ortaya çıkan ve oyunun şu anda sahnelenen halinde de kendini koruyan önemli bir nokta vardır ki, bu da Müesser Hanım ve Lûtfi Bey’in en temel isteklerinin kendilerini göstermek olmasıdır. Bu sebeple ‘poz’lu duruşlar bulunmuş ve uzun uzun üzerinde çalışılmıştır.

 7 Temmuz 2009 tarihinde yapılan provaya, oyunun önce dramaturgluğunu bir süre sonra da yönetmenliğini üstlenen Çetin Sarıkartal da katılmış ve öndeyişin sonuna kadar çalışılan bölüm kendisine izletilmiştir. Çetin Sarıkartal bundan önceki oyunların prova süreçlerinde olduğu gibi Gala/Hakiki Gala’nın prova sürecinde de ağırlıklı olarak izleyici gözüyle oyunu izlemiş ve kendi etkilenişi üzerinden gördüklerini yorumlamıştır. Bu tarihte yapılan provada elde olan metin ve çıkarılan oyun üzerinden Müesser Hanım ve Lûtfi Bey’in genel isteklerini belirlemiş, bu istekler üzerinden tavırlarda olması gereken değişiklikleri belirtmiş ve bazı önerilerde bulunmuştur. Ayşe Bayramoğlu’nun tuttuğu prova notlarında yer alan bu notlardan bu tarihte kaydedilenlerin en önemlileri ve geleceğe aktarılanları şunlardır:

–         Müesser Hanım’ın neden böyle olduğunu merak ederken Lûtfi Bey’deki hali doğalmış gibi kabul ediyoruz. Oysa karakterleri değil anlattıklarını merak etmeliyiz.

–         Seyirci gözünüzün önünden hiç gitmemeli, hep ondan gelene göre oynamalısınız. Müesser ve Lûtfi rezil oldukça seyirci gülmeli, seyirci güldükçe Müesser ve Lûtfi bu gülüşe bir anlam verememeli ve tavırlarında ısrarcı olmalı, bu ısrar seyirciyi daha da güldürmeli ve sonunda anlatmak isteyen de anlamak isteyen de amacına ulaşmalı.

–         Öndeyişte sözleri birbirinizin ağzından kaparak söylemelisiniz. Müesser Hanım ve Lûtfi Bey burada anlatılanlarla hava atıyor olmalı. Trajikomik bir şekilde anlatılmalı ki girişteki tuhaf halleri izleyicinin zihninde açıklığa kavuşsun.

–         İzleyici dinlediği / izlediği şeyi acıklı bulabilir ama anlatıcılar asla anlattıkları dolayısıyla kendilerine acımamalılar.
(…) (…) (…)
Çetin Sarıkartal’ın önerisiyle anlatıcıların tavırları yeniden gözden geçirildi. Her şey bir kenara bırakıldı ve sıfır noktasından yüründü. Bu yürüyüş sırasında Müesser Hanım ve Lûtfi Bey hiç konuşmadan tanışıp anlaştılar, aralarında bir ortak hayatın yaşandığı hissi uyandığında Çetin Sarıkartal Müesser Hanım’a ‘Anlıyorum’, Lûtfi Bey’e ise ‘Biliyorum’ cümlelerini verdi. Bu iki cümle dışında hiçbir şey söylemeyecekler ve bu iki cümleyi de yalnızca göz göze geldiklerinde söyleyeceklerdi. O ana kadar prova edilen oyun bu iki cümle sayesinde süzgeçten geçmiş oldu. Anlatıcıların ihtiyaç duydukları tavır bulunmuştu. Çetin Sarıkartal bu tavrı ana tavır olarak sabitleyip tüm oyun boyunca bütün isteklerin altına yerleştirmelerini söyledi. Birkaç prova sonra oyunun bir genel provayla izleyiciye sunulmasına karar verildi.
8 Ekim’de yapılan genel provaya katılanlar genel olarak oyunu beğendiklerini belirttiler. Fakat Murat Erun bu iki kişinin neden ilk anlatıları yaptıklarının anlaşılmadığını, o anlatıları yapan kişilerle finalde Edibe Hanım’ı kullandık diyen kişilerin aynı tavra sahip olmasının kafa karıştırdığını söyledi. Bu eleştiri oyun metnindeki büyük bir sıkıntının fark edilmesinde ve giderilmesinde yardımcı oldu. Bu oyunda ‘şöhret’ uğruna bedel ödeyecek birileri varsa onlar yalnızca Müesser ve Lûtfi olmalıydı. Edibe Hanım’ın şöhret olma arzusu olmamalı, yalnızca okuyucusuyla buluşmak isteyen ve edebiyata kopmaz bağlarla bağlı bir yazar olarak yer almalıydı. O da tıpkı izleyici gibi kandırılmış olmalı ve oyunun sonunda izleyiciye edilen itiraflar Edibe Hanım’a da edilmeliydi. Bu fikirler ışığında oyun metni üzerinde son düzeltmeler yapıldı. Bu tuhaf ikilinin üçüncü sayfa haberleriyle olan ilişkisi yeniden irdelendi ve gerekli yerlere gerekli eklemeler yapıldı. Neden tiyatro yaptıkları konusuna açıklık getirildi. Ve özellikle final bölümünde ısrarla yalan söylemelerinin değil sonunda gerçeği açıklamalarının önemine dikkat çekilerek kendilerini suçlu değil haklı gördüklerinin altı çizildi.
Şu anda sahnelenmekte olan metni okuyucuyla paylaşmadan önce belirtmekte fayda var. Provalar süresince Çetin Sarıkartal’ın ‘izleyici gözüyle izleme’ hali oyunu, oyuncu, yönetmen ya da metin merkezli bir oyun olmaktan çıkarıp izleyici merkezli bir oyun haline getirmiştir. Oyun sahnelenirken esas amaç; oyunun bir bütün olarak algılanması, rejinin ya da metnin öne çıkmaması hatta yokmuş gibi hissedilmesiydi. Oyunu izleyen ve ekiple görüşlerini paylaşan birçok izleyicinin oyunu tam da hedeflenilen bütünlükte algılamış ve daha da önemlisi bunu yadırgamamış olması istenilen amaca ulaşıldığını gösteriyor.
Oyun 15 Ekim 2009’da Beyoğlu Oyuncular Tiyatro Kahve’de prömiyer yaparak seyircisiyle buluştu.

Ayşe Bayramoğlu-Ayşe Selen, 2010

 

 



[1] Bu yazının ve oyun metninin tamamı Tiyatrotem Oyunları 2, Hakiki Gala başlıklı kitabın önsözünde yer almaktadır. Mitos Boyut Yayınları, Tiyatro/Oyun Dizisi 376, Mart 2010

[2] Sarıkartal, Ç. “Klasik Dramatik Metinleri Bugün Buradan Anlatmak,” Türk Tiyatrosu Günleri Sevda Şener’e Meslekte 50. Yıl Armağanı, Ankara: Ankara Üniversitesi (yayın aşamasında).