2017/18 tiyatro sezonuna başlamak üzereyken Gülin Dede Tekin’den bir yazı:
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10155845554313689&set=pcb.10155845554378689&type=3

2016/17 sezonuna dair:

Milliyet Sanat, Ağustos 2016, Bahar Çuhadar

https://twitter.com/gulinddt/status/770967567150252032

http://www.istanbulkuklafestivali.com/tr/gosteriler/tiyatrotem

 

16.08.2016 haber türk söyleşisi:
http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/1282721-ayse-selen-ile-yuzyilin-en-uzun-sorulara-en-kisa-cevapli-oyunculuk-soylesisi

13.03.2016 / Danzon’un yazısı:
http://danzon2008.blogspot.com.tr/2016/03/kabusun-boylesi-gorulur.html

17.02.2016 / Danzon’un yazısı:
http://danzon2008.blogspot.com.tr/2016/02/dunyann-yemegi-cocuk-oyunu-deyip.html

13.11.2015 / Radikal’de Bahar Çuhadar’ın yazısı:

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/bahar_cuhadar/hikye-dedigin-tam-da-boyle-anlatilir-1472105

 

@tiyatrotem yine harikalar yaratmış. ekibin konuk oyuncusu sezin bozacı ayrıca mükemmel. sezin’in/sezonun kabusu’nu mutlaka izleyin.

22.03.2014 tarihinde Kumbaracı50’de oynanan
Sezonun Kabusu gösterimini izlemiş bir seyirci

Gittiğim en güzel davetlerden biriydi. Öylesine incelikle çalışılmış ki tadına doyamadım. Düşüncelerinize, bilginize, emeğinize, ellerinize sağlık. Sevgiyle kucaklıyoruz.
22.03.2014 tarihinde Kumbaracı50’de oynanan
Sezonun Kabusu gösterimini izlemiş bir seyirci

 

– Oyunu çok beğendim; gerçekten özgün ve ilginç, aynı zamanda güldürü ağırlıklı bir metin ve oyun çıkarmışsınız; kutluyorum. Bu oyunun ilgi göreceğini sanıyorum. Yine örnek olacak özgün bir çalışma çıkmış ortaya…
13.02.2014 tarihinde sekizincikat’ta oynanan
Sezonun Kabusu oyununu izlemiş bir seyirci

– tiyatrotem’in son yapımı Sezonun Kabusu‘nu izleyin lütfen. Hele Şehsuvar Aktaş yılın komedi oyunculuğu ödüllerini kucaklar bence.
13.02.2014 tarihinde sekizincikat’ta oynanan
Sezonun Kabusu gösterimini izlemiş bir seyirci

– sezonun kabusu seyirci karşısına çıktı http://www.cnnturk.com/haber/kultur-sanat/sahne/sezonun-kabusu-seyirci-karsisina-cikti

– bu oyunu kaçırmayın http://gecce.com/kultur-sanat/haber/sezonun-kabusu

– sürprizlerle dolu oyun http://kultursanat.halkbank.com.tr/KulturDuragi/Tiyatro/2766

– (…) Festivalde birbirinden eğlenceli, komik ve güzel oyunlar izledim. Yerlilerden tiyatrotem’in Böyle Devam Edemeyiz adlı gölge oyunu gösterisi, yabancılardan Bulgaristan Tiyatrosu’nun Çöp ve Erik adlı kukla oyunu muteşemdi. (…)
Zehra İpşiroğlu, Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatro Festivali’nden İki Çarpıcı Oyun, TEB Oyun Dergisi, Kış 2014, Sayı 20, s.. 23.

– (…) kendi içinde bir ahengi de vardı oyunun, her şey saçmaydı ama hiçbiri diğerlerinin yanında sakil durmuyordu. Seyirciyi de sürekli şaşırtıyordu – tekdüze olsaydı sıkıcı olurdu. (“Gündüz Niyetine üzerine) http://duygununkitapligi.wordpress.com/2013/03/30/gunduz-niyetine/?relatedposts_exclude=1758

– (…) Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş ikilisi sahneledi; (daha önce de Gündüz Niyetine oyunlarını seyretmiştim) muhteşemdiler. Komikti, (hatta arka çaprazımdaki genç kadının kendinden geçercesine aralıksız gülmesinden rahatsız oldum http://duygununkitapligi.wordpress.com/2013/12/20/tiyatro-haftasi-hakiki-gala-ve-korku-ve-sefalettirs-u-xof/

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/bahar_cuhadar/2014un_tiyatro_havadisleri-1169784

– “(…) Benim için günün, ve festivalin de, en zevkli işlerinden biri Tiyatro Tem’in “Böyle Devam Edemeyiz” oyunuydu. Ekibin Lahana Sarma oyunundan tanıdığımız Tavtati ve Dümteka adlı iki uşak, bu oyunda da başrolde. Daha doğrusu “Böyle Devam Edemeyiz” , “Lahana Sarma” hikayesinin kaldığı yerden, çok iştahlı hanımların yiyip yiyip“güm!” diye patladığı yerden devam ediyor. Neşe içinde özgürlüklerinin tadını çıkaran iki uşak, öyle çok eğleniyorlar ki gölge perdesinden dışarı uçuyorlar. Ve başlıyor bir “Perdeye geri dönme” macerası… Oyun aynı zamanda, festival katılımcıları için düzenlenen “Yapıcı Diyalog” isimli atölye çalışmasına konu olarak seçilmişti. Atölyede ‘Birbirini takdir ederek diyalog kurma’ yani ‘pozitif yaklaşım ile bir eseri tanıma’ üzerine çalışıldı. Tabi, bu atölye çalışması ve Tiyatro Tem’in “Geleneksele yaklaşım biçimi” kendi başına bir yazı konusu. Ancak atölyede bilhassa üzerinde durulan‘özgün soru sorma’ yöntemi önemliydi. Bu yöntemin örnekleri olarak, katılımcılardan “Böyle Devam Edemeyiz” oyununa bir çok soru yöneltildi. Toplamda edindiğimiz izlenim, bizi oyunda seyrettiklerimiz üzerine daha derin düşünmeye sevk etti. Bir oyunun taşıdığıanlamların ve birden çok katmanı olan bir öykünün tüm katmanlarının “sözle açıklanmaksızın” seyircinin belleğine ulaşması bakımından “Böyle Devam Edemeyiz” in nasıl başarılı bir oyun olduğunu fark etmiş olduk. Tiyatro Tem ekibi tarafından dile getirilen ‘oyunun niyetleri’ aslında temsil esnasında biz seyircilere yeterince ulaşmış görünüyordu. (…)” Firuze Engin http://assitejturkiyemerkezi.blogspot.com.tr/2013/10/bursa-festivali-izlenimlerifiruze-engin.html

– “temsili şad etti. Tüm eyyamcı zoptiklere, piyizci ketenperelere seyr-i temsili ısrar eylerim.”
09.05.2013 tarihinde FKM’de oynanan
Gündüz Niyetine gösterimini izlemiş bir seyirci.

– “gidemediğim her gösterileri içime oturuyor, ne kadar izlersem izleyeyim… anlatıcı dediğin budur aynı hikayeyi yüzlerce kez dinleyebilirsin”
Bir seyirci.

– 18.ULUSLARARASI BURSA ÇOCUK VE GENÇLİK TİYATROLARI FESTİVALİ RAPORU
Fatoş İPEKDAL ÖZBENLİ/SAMSUN
Bu yıl 21-26 Ekim tarihlerinde düzenlenen 18. Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali’ne gözlemci olarak katılma olanağı buldum. Festivale İtalya, İran, Moldova, Gürcistan, Estonya, Bulgaristan ve Türkiye’den toplam 12 tiyatro topluluğu katıldı. Ayrıca, kamuya açık alanlarda jonklör, pantomim ve canlı heykel performansları sergilendi. Festivalde 6 farklı atölye çalışması, “70’li yıllarda çocuk tiyatrosu ve Ankara Çocuk Tiyatrosu” başlıklı bir de söyleşi gerçekleşti.
İzlediğim oyunlarla ilgili gözlemlerim: (…)
TÜRKİYE/Tiyatrotem-Böyle Devam Edemeyiz
Gölge-Kukla oyunu olarak sahnelenen gösteriyi, Şehsuvar Aktaş ve Ayşe Selen yazıp yönetmiş. Oyun, iki kuklacı oyuncunun sahneye gelene kadar geçen zamanı, en içten ve doğal bir şekilde izleyiciyle paylaşmasıyla başlar. İzleyicisiyle sımsıcak bir temas kurarak başlayan oyunun kısaca konusu şöyle: Lahana Sarma Ülkesinin iki yanında oturan Herşeyiyer Hanım’la Boliştah Hanım yemek yiyerek geçirirler bütün zamanlarını. Uşakları Tavtati ile Dümteka, efendilerini tok tutmak için habire yemek yaparlar.Yine bir gün yemeği fazla kaçıran iki hanımefendi güm diye patlar.Bu duruma çok sevinen iki uşak şenlik düzenler.O kadar kaptırırlar ki kendilerini, perdelerinden çıkarlar,kaybolurlar,birbirlerini kaybederler.Perdelerini bulmaya çalışırken başka başka perdelere dalarlar, zor durumda kalırlar ve sonunda kendi perdelerine ulaşırlar. Oyuncuların performansı ve kullandıkları kukla tekniklerindeki ustalıkları çok etkileyiciydi. Oyunda gölge kuklası ve iki boyutlu kukla kullanıldı. Gölge perdesinde görülen objelerin (kepçe,fener,ışıklar) dile gelip konuşmalarından, izleyici çocukları ne denli eğlendirdiğini gördüm.Uşaklar,gölge perdesinin dışındayken iki boyutlu kukla formunda devam ettiler rollerine, fakat gözlerinin üç boyutlu tasarlanmış olması da ayrı bir zenginlik katmıştı görsellerine.Tekerlemelerle örülü oyun,enerjisi yüksekti. Müzik seyircinin alkışlarla tempo tutmasına yol açacak kadar eğlenceliydi. Dekor tasarımı, iki farklı mekanı gösteren iki ayrı gölge perdesi, ortasında açık masa üstü bir alan-ki, uşaklar perdeden ilk çıktıklarında iki boyutlu olarak burada oynuyorlar. Kaybolduklarında ise sahne önüne, yere daha büyük figür halinde taşınıyorlar. Sahne önü sağına ve soluna yere yerleştirilmiş iki küçük aydınlatma, bu bedenleri iki, gözleri üç boyutlu kuklaları daha da etkileyici kılıyor. Oyunda hem karakterlerin ve hem de oyuncuların öykülerini gördüm, rolden çıkıp birbirleriye söyleşmeleri ve yine oyuna dalmaları, adeta ‘biz burada bir oyun oynuyoruz’u göstermeleri öyle ustalıklıydı ki, oyunun akışına enerji kattığını söyleyebilirim. Oyunda çok eğlendim, ilki olan Lahana Sarmayı da izlemek için heyecanla bekliyorum. Değerlendirme toplantısında; Tiyatrotem, ’’Gölge perdesindeki figür, perde dışına çıksaydı neler olurdu?’’fikrinden yola çıktıklarını ve tamamen iki oyuncunun doğaçlamasıyla oluşan bir oyun olduğunu bizlerle paylaştı.Kendilerini araştırmacı ve tiyatronun tiyatrosunu yapmaya çalışan bir grup olarak tanımlayan Tiyatrotem, hiç şüphesiz festivalin en başarılı oyunlarından birini sundu.

 

– Dün gece oyununuzu buruk bir gülümseme ile izledim. Çok başarılıydınız. Her ikinizi de candan kutlarım,
– Oyununuzu zevk alarak ,gülümseyerek ‘temaşa eyledik’. sahnelerimizin gerçekten usta oyuncuları olarak her ikinize karşı hayranlığım bu oyunla daha da arttı. araştırıcı yanınızı çok takdir ediyor, sizi ayakta alkışlıyorum.
09.05.2013 tarihinde FKM’de oynanan
Gündüz Niyetine oyununu seyretmiş iki seyirci.

– “DOT, Altıdan Sonra ve tiyatrotem alternatif ve bağımsız tiyatroların yolunu açan, yenilikçi sahneleme biçimleri üzerine çalışan gruplardan” Bahar Çuhadar http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1126781&CategoryID=41

– Oyununuzu çok çok beğendim.
22.03.2013 tarihinde Maya’da oynanan
Gündüz Niyetine oyununu oyunu seyretmiş bir seyirci.

– Muhteşem bir rüyaydı. Ellerinize sağlık.
22.03.2013 tarihinde Maya’da oynanan
Gündüz Niyetine oyununu oyunu seyretmiş bir seyirci.

– Sizi izleme ve güzel oyununuza katılma katılma özgürlüğü tanıdığınız için teşekkürler.
01.03.2013 tarihinde Maya’da oynanan
Gündüz Niyetine oyununu oyunu seyretmiş bir seyirci.

– İlginç bir oyundu. Beğendim.
Bende zihinsel bir şok yarattığını söyleyebilirim…
15.03.2013 tarihinde Maya’da oynanan
Gündüz Niyetine oyununu seyretmiş bir seyirci.

– Günü kapatırken söylemeliyim ki tiyatrotem oyunlarını çok seviyorum ben! 🙂 Ukalalıktan, çok bilmişlikten uzak, sıcak, samimi, çok boyutlu, yenilikçi, eğlenceli, enerji dolu dört başı mamur oyunlar yapıyorlar hep! Tiyatro izlediğimi hissediyorum. Tiyatronun öyle de bir şey olduğunu hatırlıyorum. Yeni yeni şeyler keşfediyorum oyunlarında. “Gündüz Niyetine” de bu oyunlardan biri olmuş. İzleyin.
29.03.2013 tarihinde Maya’da oynanan
Gündüz Niyetine oyununu seyretmiş bir seyirci.

http://duygununkitapligi.wordpress.com/2013/03/30/gunduz-niyetine/

 


– Hakikatini arayan bir oyun- “Hakiki Gala”
Çağdaş ve geleneksel öğeleri birbirine karıştırarak hem “tiyatronun tiyatrosu”nu yapan, hem de günümüze özgü oyunsu bir anlatı tiyatrosu yaratan Tiyatrotem “Hakiki Gala” adlı oyunuyla sezona devam ediyor. (…) Oyunun kahramanları Müesser Hanım ve Lûtfi Bey’e bir kereliğine de olsa sahneye çıkma ve kendilerini gösterme şansı veriliyor; ancak ömürlerini onca zaman boyunca birbirlerinden habersiz geçirmiş Müesser ve Lûtfi için ortak bir sahne dili tutturmak, anlaşmak zorlu bir serüvenden geçmelerini gerektiriyor. Oyunu defalarca baştan alıyor, defalarca tökezliyorlar; hayallerinden ise asla vazgeçmiyorlar. Fakat ne Müesser Hanım ne de Lûtfi Bey tiyatro ile arzu ettikleri hakiki başarıya ulaşamıyorlar. Tiyatronun kurgusallığı daha en baştan onların gerçekliğini kırıyor ve anlattıkları kurmaca bir gerçekliğin parodisine dönüşüyor. Müesser Hanım ve Lûtfi Bey’in seyirciyi bulundukları duruma inandırma çabası ve yaşadıkları üzerine yaptıkları itiraflar da bir süre sonra gerçeklik yanılsaması yaratacağı yerde kurguyu daha çok derinleştiriyor ve seyirciyle oyun kişileri arasındaki mesafeyi kat be kat arttırıyor. Sahne üzerindeki bir sandalyenin hem gerçeğin kendisi hem de gerçeğin temsili olması gibi Müesser Hanım ile Lûtfi Bey’in gerçek kişiler mi yoksa gerçeğin temsili oyun kişileri mi olduğunu “hakiki” kavramıyla bir paradoksa dönüştüren oyun, tiyatrodaki gerçeklik yaklaşımına da göndermede bulunuyor. Oyun; dekor, kostüm ve aksesuar seçimiyle de adeta bir karnaval havası yaratıyor: Sahnenin dört tarafında yapma çiçeklerle süslenmiş ışık ayakları, arka kısımda iki perdeli geniş bir pencere, onun arkasında yanardöner bir küre, sahne önünde bir masa ve 2 sandalye alışılagelmiş gerçeklik duygusunu uzaklaştırıyor. Televizyon ekranında belki de hiç yadırgamayacağımız sahne atmosferi oyuna temsili garip bir hava veriyor. Müesser Hanım ile Lûtfi Bey’in abartılı sahne kostümleri de bu etkiyi pekiştiriyor. “Hakiki Gala” sıradan insanın oyuncuya dönüştüğü yerde, oyuncunun rol ile kişiliği arasındaki ilişkiyi nasıl ve nerede kuracağını sorguladığı gibi herkesin rol yaptığı, hayatların kurgulanmış oyunlara döndüğü, gerçekliğin sahnelendiği bir dünyada tiyatronun statüsünü de tartışmaya açıyor.
Öney Olcaytu
Aydınlık Gazetesi
04.04.2012

– Mimesis Dergisi’nin Mayıs 2011’de yayınlanan 18. sayısında yer alan tiyatrotem dosyası Ceren Okur’un editörlüğünde hazırlandı. Dosyaya, Selda Öndül “Hakiki Gala’da Dramatik Olan’ın Zihnin Ekranına Düşürdükleri”; Çetin Sarıkartal “Tiyatrotem Oyunlarına Dramaturji ve Reji Yapmak”; Zerrin Yanıkkaya “Tiyatrotem’de Grotesk Olan Üzerine Bir Deneme”; Beliz Güçbilmez “Tiyatrotem Yapımlarında Oyuncu-Rol-Kukla İlişkisi Üzerine Kaba Taslak”; Bilge Gültürk “Tiyatrotem Oyunlarında Karnavalesk Olan”; Tülin Sağlan “Bunun Seyri Sefa İsteyenlere Neşe Verir, Hakikati Görenlere İse İbret Verir”; Süreyya Karacabey “Hakiki Gala ya da Canına Yandığımın Yalancı Dünyası”; Barış Yıldırım “Duvarın Gölgesinde”; Nihal Geyran Koldaş “Tiyatrotem Nasıl Oynar”; Ayşe Bayramoğlu “Bir Sahneleme Metni Yazma Deneyimi” ve Thomas Lang “Tiyatrotem Almanya’da” başlıklı yazılarıyla katkıda bulundular. Dosyanın giriş yazısını kaleme alan editör Ceren Okur’un yazısınını son satırları ise şöyle: “Tiyatrotem ile ilgili benim düşüncelerim mi? Sahnede yalnız kalacak kadar cesurlar, birbirleri ve seyirci ile oynayacak kadar çocuksular, toprağın altından tiyatro kazısı yapacak kadar korkusuzlar, tiyatronun sahne üzerindeki iktidarını yıkmayı deneyecek kadar gözü karalar ve ezberlere yaslanmayacak kadar ‘tiyatrocular’.”
Mimesis Dergi, 18. Sayı
Mayıs 2011

– tiyatrotem 17. ASSITEJ Dünya Kongresi ve Festivali’ne katıldı
tiyatrotem üç yılda bir yapılan ASSITEJ (Dünya Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği) Dünya Kongresi ve Festivali’ne davet edilen ilk Türk topluluk oldu. Topluluk ASSITEJ tarafından bu yıl 17. düzenlenen ASSITEJ Genel Kurul, Kongre ve Festivali (World Congress and Performing Arts Festival for Young Audiences) kapsamında Nasıl Anlatsak Şunu adlı oyununu sergiledi. 20-29 Mayıs 2011 tarihleri arasında Kopenhag-Malmö’de yapılan festivalde tiyatrotem, Kopenhag’ın merkezinde yer alan 150 seyirci kapasiteli Anemone Teatret’te 6 gösterim yaptı. Dünyanın beş kıtasından gelen seyircilerin izlediği gösterimlerin sonrasında sahne arkası meraklı seyircilerin akınına uğradı. Özellikle gölge oyunu tasvirleri ve nasıl oynatıldıkları ilgi odağı haline geldi. Festival çerçevesinde ITYARN (International Theatre for Young Audiences Research Network) tarafından yapılan yayında davet edilen toplulukların ülkedaşlarının kaleme aldıkları yazılar arasında Türkiye’den Elif Temuçin ve Erkan Uyanıksoy’un oyun ve tiyatrotem üzerine kaleme aldıkları yazı yer aldı. Kopenhag’ta yayınlanan Morgenavisen/Jyllands-Posten gazetesinde 25 Mayıs tarihinde tiyatrotem’in oyunuyla ilgili bir haber yayınlandı.
Aynı zamanda uluslararası bir fuar niteliği taşıyan festival sonrasında başkaca festivallere çağrılar ve ortak proje önerileri alan tiyatrotem unutulmayacak anılarla evine döndü.

Hakikati Aramak: Beraber ve Solo Şarkılar
“Medya ya da farklı kanallarla sürekli kendini gösterme durumu üzerine kurulu bir dönemde yaşadığımız için günümüzde gerçek olan ne kadar kurmaca kisvesinde olursa o kadar dikkat çekiyor. Gerçeğin doğrudan algılanabilmesi muradıyla bir biçimde kurgulandığını, bir kurmacaya dönüştüğünü görüyoruz
. Ve o zaman onun ne kadar gerçek olduğu ve hakikate ne oranda vakıf olunacağı bir soru işaretine dönüşüyor. Biz bunu bu yoldan aldık.” 10. yılını tamamlayan Tiyatrotem bu sezon Ayşe Bayramoğlu’nun kaleme aldığı “Beraber ve Solo Şarkılar” adlı oyunlarını sergilemeye başladı. Tiyatrotem’in oyun kadrosundan Ayşe Selen, Nihal Geyran Koldaş ve Şehsuvar Aktaş ile oyuna, çalışma yöntemlerine ve gruba dair konuştuk.
Oyunun çıkış noktası neydi? Çalışma yönteminizi kısaca özetleyebilir misiniz? Nasıl bir süreç örgütlediniz? Çalışma sürecinde çıkış noktasından sonuca ne tür değişimler yaşandı?
Şehsuvar Aktaş:
Çıkış noktası anlatı tiyatrosuydu. Anlatı üzerine kafa yorduğumuz ve onun üzerinden işler yapmaya çalıştığımız için son dönemde, sahne üzerinde şarkı söyleme, bir şarkıyı da bir anlatı gibi oyun metninin parçası olarak kullanmanın yolları ne olabilir diye düşünüyorduk. Tabii şarkı söylemek de istiyorduk sahnede. Enstrümansız şarkı söylemek, bayağı iddialı bir şey. Sonra bellek, hafıza, beynin nasıl çalıştığı ve dolayısıyla kolektif belleğin, hafızanın nasıl çalıştığı üzerine konuşmaya başladık. Onun bilgileri nasıl kategorize ettiği, sınıflandırdığı, çarpıttığı, unuttuğu üzerine… Sonuçta bu şarkı meselesinin bellek, hafıza meselesiyle nasıl buluşabileceğini düşündük. İkinci aşama buydu. Bir önceki oyun, “Hakiki Gala”da yaptıklarımızdan, öğrendiklerimizden yola çıkarak bütün bunları bir araya getirmeye karar verdik. Bu konuda yazar Ayşe Bayramoğlu da böyle bir çalışma yapmak isteyeceğini söyledi. Böyle başladık.

Anladığım kadarıyla oyun metnini grupla yazar birlikte oluşturuyor.
Şehsuvar Aktaş: Evet, böyle bir süreç var. Nasıl bir oyun kuracağız, sahne üzerindeki kişiler kimler, kaç kişi olacak, nasıl bir bağlama yerleşecek, hangi gerekçeyle neden sahne üzerinde olacaklar… İstekleri, arzuları, gerekçeleri neler olabilir, bunları konuştuk önce yazarla birlikte. Sonunu çok belirlemeden, nereye varacağını, nasıl biteceğini belirlemeden çıkış noktası sahne üzerine çıktıkları an ve orada var olma nedenleri, seyirci ile olan ilişkileri üzerinden bir küçük çalışmaya başladık ve sahneye çıkıp doğaçlama yaptık. Kullanılabilecek olası biyografiler oluşturduk.

Oyuna taşımadıklarınız da var. Böyle bir deneme süreci.
Ayşe Selen: Tabii taşıdıklarımız da taşımadıklarımız da var.

Şehsuvar Aktaş: Sahne üstü ve masa başı çalışmalarla Ayşe Bayramoğlu’na bir malzeme getirdik. Onun üzerine o metin yazmaya başladı. Yazılan metin ve parçaları olabildiğince çabuk ezberleyip çalışıp sahneye çıktık, önce oynadık sonra oyuncu olarak nerelerde ne düşünüyoruz, o da yazar olarak neler koyabilir tartıştık.

Bir tür sahne dramaturgisi yaptınız.
Şehsuvar Aktaş: Evet, bunu sahnede sınadıktan, deneyimledikten sonra da oturup metin üzerine konuştuk, bizim de yazarın da önerileri oldu. Ve aşama aşama metni oluşturduk. Oyunun sonu ve metni prömiyere çok yakın bir tarihte tamamlandı.
Ayşe Selen: Neredeyse metin bitti, prova bitti.

Bu anlamda oyun gelişmeye açık mı?
Ayşe Selen: İlk defa bu kadar açık. Oynayarak izleyici karşısında olgunlaşmaya, oluşmaya devam ediyor. (…)

Bu anlamda deneysel bir çalışma.
Şehsuvar Aktaş: Evet, deneme denebilir. Ama bu şöyle anlaşılmasın. Seyirciye izletip kobay gibi kullanıp onun üzerinden deneme yapmak anlamında değil. Öyle bir şey yok. Bir mayası ve kıvamı, özü var.
Nihal Geyran Koldaş: Bu deneysel bir çalışma benim için, seyirci karşısında oynadığımızın bilincinde olan karakterler olarak oynuyoruz. Teorik olarak yapılabiliyor da pratik olarak kolay olmadığını fark ettik. Yani seyirci var, seyirci reaksiyon gösteriyor, biz bu durumda seyirciye reaksiyon göstermek durumundayız. Bunu yok sayamayız.

Aslında bu oyun seyirciyle karşılaşmayla çıktı diyebilir miyiz? Çünkü oyunun doğası onu gerektiriyor.
Şehsuvar Aktaş: O rol kişileri seyircinin varlığını her zaman hissederler, ondan geleni hesaba katarak var olacaklardır. Seyirciyle ilişki anlamında sonucunu öngördüğümüz bölümler mevcut. Yine de her seferinde bir sürprizi var. Dolayısıyla bu bizim kurmacamızın özüne mantığına da uyan bir şey. Gerçek bir zamanda ve seyirci karşısında çok ince kurulmamış tasarımlanmamış bir buluşma söz konusu bizim kurgumuzda.

Sizin bir önceki oyununuzda da seyirci-sahne arasında karşılıklı ilişki gerektiren bir üslup vardı. Ancak bu oyununuzda biraz daha farklı, yani kurgu gerçek arasındaki sıçrama ve sorgulama hali de var sahnede. O anlamda seyirci ilişkisini daha farklı formüle ediyorsunuz sanırım. Seyirciye dönük bir şov değil de seyircinin de oyunun içine girdiği, gerçeklikle kurgu arasında gidip geldiği bir şeye dönüşüyor.
Şehsuvar Aktaş: “Hakiki Gala” ve daha önceki oyunlarda da vardı, ama bu kadar değil. Her zaman seyircinin orada olduğunu, temsilin olduğunu, onunla birlikte bir şeyler yapıldığını her zaman göz önünde bulunduruyorduk. Ama burada bu çok daha fazla. Bir anlamda seyirciye de seyirci rolü yükleme durumu var. Sahne üzerindeki bu üçlünün seyirci ile olan ilişkisinden de dramatik bir ilişki doğmasını amaçlıyoruz.

Bu üslup aslında çok riskli ama bir yandan seyirciyle ilişkinizde çok sade bir ton tutturuyorsunuz. Seyirci ilişkisi kışkırtıcıdır, olur olmaz şeyler başına gelebilir oyuncunun.
Ayşe Selen: Sizi koruyan şey o aslında. Canlandırdığımız kişilere çok sadık kalabilirsek olabilecek her şeyi göğüsleyebilecek durumda oluyoruz. (…)

İçeriğe gelirsek, özellikle sizin canlandırdığınız moderatör, muhtemelen Galata’da oturan güncel sanatçı. Oyunda bu moderatör kentsel dönüşüm konusunu iki örnek kişi üzerinden bir performansla sergilemeye, tartışmaya çalışıyor. Bu yaklaşıma dair oyunun eleştirel bir duruşu var. Yaşam biçimlerinin değişmesiyle ilgili konuların entelektüel ya da sosyolojik olarak ele alınmasına karşı mısınız?
Şehsuvar Aktaş: Hayır. Kesinlikle değil.

Orada bir eleştirel ton var. Ne düşünüyorsunuz?
Şehsuvar Aktaş: Biz gerçek ve kurmacanın sınırının nerede ayrıldığını tartışıyoruz. Medya ya da farklı kanallarla sürekli kendini gösterme durumu üzerine kurulu bir dönemde yaşadığımız için günümüzde gerçek olan ne kadar kurmaca kisvesinde olursa o kadar dikkat çekiyor. Gerçeğin algılanabilmesi muradıyla bir biçimde kurgulandığını, bir kurmacaya dönüştüğünü görüyoruz ve o zaman onun ne kadar gerçek olduğu ve hakikate ne oranda vakıf olunacağı bir soru işareti. Biz bunu bu yoldan aldık. Biz çok konuşulup tartışılan performansa da karşı değiliz.
Ayşe Selen: Ama tartışılabilir, hassas bir olgu olduğu ortada. Tartışılabilir yanları var performansın. Bu performans sanatına karşıyız anlamına gelmemeli. (…)

Ben bir seyirci olarak şöyle izledim: Sadece performans sanatına dair bir eleştiri değil de bir tür televizyon kültürü içinde, meseleler sizin dediğiniz gibi hakikatten soyutlanıp çerçevelendikçe aslında bir sürü şeyin kaybedildiği ortaya çıkıyor. Oyunda kakafoniye dönüşen bölümde ikilinin hatırladıkları çok daha trajik bir üslupta yükseliyor. Teoriye dönüşmüş hayat parçaları, birden kişisel tarihler olarak hatırlanmaya başlıyor. Bu boyutları kaçırdığımızı düşünüyoruz.
Şehsuvar Aktaş: Biz de kaçırıyoruz, tabii öncelikle kendimden yola çıkmayı tercih ederim. Ben gerçek hayatta buna benzer bir şeyi seyrettiğimde gerçek bir duruma tanık olduğum sanısına kapıldığımı ama sonrasında aslında onun geçip gittiğini bana fazla dokunmadığını hissediyorum. Orada konuya gerçekten ilgi duyan, konuya ilişkin tartışma açmak için sorular soranın yaklaşımının da ne kadar gerçek olduğu konusunda soru işaretleri var. Bu ister televizyonda ister sahne üzerinde olsun, gerçekleştiği mekana göre düzenlenen gösterimlerde de sonuçta bir kurmacanın varlığı, bir tasarımın olduğu unutulmamalı.

Bu anlamda siz de kendi gerçeğinize dair bir sorgulama yapıyorsunuz.
Şehsuvar Aktaş: Evet kendimize de tiyatro yapan insanlar olarak soru soruyoruz. Salt bir performans eleştirisi olarak algılamıyoruz, çünkü biz de çalışırken bunun bu haliyle kendiliğinden başka bir performansa dönüştüğünü fark ettik. Yani bu konuda aslında yüzeysel bilgileri olan araştırmamış fazla deneyimi olmayan birisinin böyle bir maceraya girdiğinde başına gelebilecekleri de görmek üzere.
Ayşe Selen: Özellikle Nihal’le ben tanıdığımız gerçek insanlardan yola çıktık biyografik olarak. Fakat şu anda onu da kendi süzgecimizden geçirmiş olduğumuz için onlar da gerçek değil aslında. Orada da bir çarpıtma, eksiltme var. Yani hep olaylar çarpıla çarpıla bambaşka bir gerçeklik noktasına taşınıyor. O da nedir, o gün orada seyirciyle oyuncuların karşılaştığı an aslında tek gerçek.
Şehsuvar Aktaş: Değerli olan o tiratlar, o gerçek. Hayatın gerisi değil. Belki onun kadar güçlü olabilecek bir gerçeklik kurulu.

Aslında performansın ta kendisi.
Ayşe Selen: Evet, tasarlanan o anın yansımaları sende, onda, bende.

Son kertede hayata ya da yaşamımıza dair ezber ve klişelerin bir tür sorgulanması… Doğru kabul ettiğimiz, sorgulamadığımız gerçeğin yetmediği ortaya çıkıyor.
Şehsuvar Aktaş: Bu anlamda hafıza bellek meselesi de bununla bağlanmalı. Bellek de böyle çalışıyor. Aslında gerçek bir anı var mı sorusu sorulmalı. Çünkü içinde bulunduğumuz durum ve koşullara göre de hatırlıyoruz. Ona göre bazı anıları uzaklaştırıp bazıları ile yakınlık kuruyoruz ya da onları naklederken bir biçimde müdahale ediyoruz. Gerçek bu olan. Ama ne kadar gerçek. Bu anlamda da performans meselesiyle bir ilişkisi olduğunu gördük. Sahne üzerinde bir iş yapıp bir kurmaca üzerinde yürümeye kalktığında, bazı olayları, diyelim 20 yıl önce olmuş bir olayı hatırlarken bir önceki hatırlayışımı hatırlamaya çalışıyorum, nasıl hatırladım ve aktardım diye. Bugünkü hatırlama işlemi ile geçmişteki hatırlayışın farklı olduğunu görüyorum, neden böyle olduğunu anlamaya çalışıyorum.

Tiyatrotem’in nasıl bir seyirci kitlesi var?
Ayşe Selen: Bizim genelde genç bir izleyici kitlemiz var. Öğrenciler var mesela. (…) Ben bir avuç diyorum, nedeni yakınmak değil sayısı az, ama öyle birileri var. Onun dışında gidelim bakalım neymiş diye gelen, önce çok şaşıran gördüğü karşısında, sonra benimseyen bir grup var.
Şehsuvar Aktaş: Bu 8. oyunumuz oluyor. Dönüp baktığımda yaptığımız oyunlarla çabucak hemhal olan bu anlamda katılımcı olan seyirci profili genellikle genç. Bu iyi bir şey, güzel bir şey.

Kendinizi grup olarak Türkiye tiyatrosunda nereye oturtuyorsunuz?
Ayşe Selen: Biz Batı eğitimi aldık tiyatro eğitimi olarak. Yüzümüzü hep batıya döndük. Okuldaki her hocanın yüzü batıya dönüktü. Yaptığımız her işi de batı üzerinden yaptık. Tiyatrotem ile birlikte belki bu topraklara ait olan, daha yerli olan bir şeylerin peşine düşmüş durumdayız. Dolayısıyla bu her şeyin batı ekseni üzerinden yürümesini belki biraz düşündürmek tartışmaya açmak ve belli yöntemler geliştirmek gibi bir yaklaşımımız var. Bu gelenekseli yaşatmak ayakta tutmak gibi bir dert değil de, onun yöntemleri üzerine düşünmek, onun yöntemlerinden ne kadar yararlanabiliriz üzerine düşünmek diyebiliriz.

Sizce şu anda Türkiye tiyatrosunun en önemli sorunu nedir?
Ayşe Selen: Belki olan şeylerden gidebilirim. Artık salonsuzluk diye bir şeyden bahsetmek bana doğru gelmiyor. Çünkü tiyatro salonu olarak inşa edilmemiş, o özelliklerde olmayan yerlerde de oyunlar oynanabiliyor. Birçok genç insan var, bir sürü topluluk oluştu ve varlıklarını bir şekilde sürdürebiliyorlar. Bunlar olumlu şeyler tabii. İşleri kendi içinde değerlendiriyorum. Hepsi beni heyecanlandırıp bana dokunuyor değil, ama aynı fikirde olmak zorunda değiller tabii benimle.
Şehsuvar Aktaş: En önemli sorun ensemble olmak bence. İnsanlardan bugünkü eğitim ve yaşam koşullarında ensemble oluşturmalarını beklemek imkânsız. Ama şimdi Ayşe’nin de dediği gibi bir takım gruplar kuruluyor, bir tür takım ruhuyla.
Ayşe Selen: Belki sorun buralarda olabilir. Çok ünlü bir özel okulda öğrenciler arasında takım kurulamayıp takım sporları yapılamadığı doğrudan müdürün ağzından ifade ediliyor. Mesela voleybol takımı kurulamıyor, çünkü herken smaç yapmak istiyor. Bu korkunç bir şey.
Şehsuvar Aktaş: Bir yandan da tiyatro okullarından farklı biçimde eğitim almış kendini vakfetmiş genç insanlar topluluk kurup iş yapmak, çalışmak istiyorlar. Bunun kıymetli olduğunu düşünüyorum.
Nihal Geyran Koldaş: Oyuncu yönetmenliği konusunda ve oyuncu dramaturjisi konusunda ciddi sorunumuz olduğunu düşünüyorum. Bu eksik, çok daha iyi çıkabilecek işleri baltalıyor.

Şehsuvar Aktaş: Dolayısıyla dramaturji yapılamadığı için oyunun nasıl alımlanacağı konusu yetersiz oluyor. Bizim yaptığımız bir oyun var, nasıl seyredileceğini deneyimlerden yola çıkarak tahmin ettiğimiz bir oyun, bir de seyircinin seyrettiği bir oyun var. Aynı oyundan bahsediyorum. İkisinin arasındaki makasın bazen çok büyüdüğünü görüyoruz. Bu anlamda bir dramaturji sorunu var. Dramaturg denen kişiyle, dramaturjiyle biraz daha barışık olması lazım tiyatrocuların. Sahnelemeye yönelik dramatürji çalışması ile metin üzerinde yapılan dramatürji çalışması arasındaki ayrımı belki kaldırıp daha çok iç içe geçirmemiz, daha çok etkileşim içinde olmasını sağlamamız gerekiyor. Biz bunun faydasını çok gördük. Bunu bilen ve oyuncu yönetimi oyuncu dramaturjisi üzerine kafa yoran bir yönetmenle çalıştığımızda hiç farkına varmadığımız bir sürü özellik çıkıyor ya da imkân doğuyor.
Ayşe Selen: Bu eksiklik nedeniyle skor yapan oyunculuklar ya da oyunlarda güzel göründüğü için konmuş öğeler çok olabiliyor.
Şehsuvar Aktaş: Oyunun estetiği ile estetik görünmek arasındaki anlam farkı bulanıyor. Ve oyuncular çok yetenekli olsalar da, hepsine birlikte baktığımızda çok farklı yerden oynadıklarını, bunun da farkında olmadıklarını görüyorsun.
Söyleşi, Mimesis Dergi, Ocak 2011
Metin Göksel

– Mükemmel ve sarsıcı bir oyun… sarıp sarmalıyor, bitmesin diye dua ettiriyor.
yazarı Ayşe BAYRAMOĞLU’nu rol alan Nihal Geyran KOLDAŞ- Şahsuvar AKTAŞ ve Ayşe SELEN’i kutlar alkışlarının bol olmasını dilerim.Bravo. Mutlak izlenmesi gereken bir oyun. kaçırmayın. (“Beraber ve Solo Şarkılar” üzerine)
Dündar İncesu
Ekim 2010

– Kentsel dönüşümler ve eski mahallelerin yaşamı üzerine bir oyun “Beraber ve Solo Şarkılar”.Ayse Bayramoğlu’nun kaleminden.Ayse Selen, Nihal Geyran Koldas, Şehsuvar Aktaş beraber ve solo söylüyorlar. Eğlenceli, kıpırtılı ama alttan alta bir o kadar da hüzünlü bir oyun çıkmış ortaya.Terk etme-edememe, takıntılarla yenilikler, gidip de geldiğin yere yeniden bakmalar üzerine güzel mi güzel bir oyun.T iyatro Tem,Kumbaraci50′de. (“Beraber ve Solo Şarkılar” üzerine)
Özen Yula
Ekim 2010

– çok yerinde bir tesadüf oldu; geçen hafta devasa, sevimsiz ve ölçeksiz alışveriş merkezlerimizden birinin içindeki sinemadan bozma 300 kişilik salonda izlediğim 35 kişilik kadrolu, gösterişli sahne ve ses sistemli, her anlamda “bağıran” “ölüleri gömün”ün ertesi akşamı; istiklal’e çıkan yokuşlardan birini mesken tutmuş 50-60 kişilik kumbaracı50’de ne banttan müzik ne ses efekti, ne duman ne de yan yana dizilerek havayı aydınlatan sayısız projektörleri olan, sadece üç oyuncusu ve üç sandalyeden oluşan sahnesi olan “beraber ve solo şarkılar”a düştü yolum.
geleneksel tiyatromuzdan feyz alarak oyuncuya ve metne (ve sanırım biraz da doğaçlamaya) dayalı tiyatro yapan tiyatrotem bu en yeni oyunlarıyla, sahne donatılarını iyice azaltmışlar; sadece elzem olanlar kalmış: metin ve oyuncu. biraz da ışık.
“beraber ve solo şarkılar” büyük laflar etmeden, bağırıp çağırmadan ve fazlaca heyecanlanmadan, usul usul açık ediyor derdini. 1970’lerden günümüze istanbul’un eski bir semti üzerinden türkiye’nin sosyal-toplumsal panoramasını çiziyor.
ali rıza beyin kolaylaştırıcılığını yaptığı bir söyleşi dizisinin yeni bölümüne tanıklık ediyoruz seyirciler olarak. iki komşu, ayla hanım ile sevil hanım, uzun yıllar oturdukları semtlerine dair anılarını anlatıp, aralarda da türk sanat müziği şarkıları söylüyorlar.
ali rıza bey; entellektüel yorum yapacağım diye yırtınan, olmadık yerlerden garip çıkarımlarda bulunmaya çalışan, “bilimsel” kelimeler kullanmak için çırpınan, “çok bilmiş” günümüz televizyon programcılarının parodisi gibi bir karakter.
rahat, sıcakkanlı ayla hanım eski zamana, komşuluğa, yerel olana değer verirken; mesafeli sevil hanım ise yeniliğe açık gibi görünmesine rağmen aslında tutucu, uyumsuz, huzursuz bir kişilik.
ayla hanım ile sevil hanım eski günleri anarken, akira kurosawa’nın “raşomon” filmi misali, beraber yaşadıkları olayları bambaşka açılardan anlatıyorlar. bu sayede, anlatılanlar volüm kazanıyor.
tansiyonun yükseldiği bir ara, “soru soran-cevap veren” (avcı-avlanan) dengesi altüst oluyor; hanımlar ali rıza beyi sorgulamaya başlıyorlar.
“eski”yi pazarlamaya çalışan ali rıza bey’in, konuklarının anılarında deşmeye çalıştığı “komşuluk”, “birliktelik” kavramlarından bihaber yaşadığı ortaya çıkıyor; ya da belki de haberdar, ama günümüz koşullarında artık o ilişkileri kuracak çevre yok ve ali rıza bey de kaçınılmaz olarak yalnızlaşmış, yabancılaşmış.
ayşe bayramoğlu’nun yazdığı “beraber ve solo şarkılar”da üç usta oyuncu; nihal geyran koldaş, şehsuvar aktaş ve ayşe selen oynuyorlar; sakin sakin, abartmadan, müthiş gözlemlerin ürünü olduğu belli küçük mimik ve jestlerle karakterlerini zenginleştirerek, nüanslı.
nihal geyran koldaş’ın ayşe selen’e bir şey söylemek istediğinde uzanıp omzunu elle şöyle bir dürtesi gibi… ali rıza bey’in hanımlar tarafından sorgulanması sırasında sandalyelerin yön değiştirmesi gibi…
yaklaşık bir saatlik oyun 1970’li ve 80’li yılların siyasi ve toplumsal olaylarını merkez alarak, o yılların mahalle hayatının ve günümüz toplu konut sitelerinin panoramasını çiziyor. dramatik olarak çok bariz, elle tutulur iniş-çıkışları yok.
ben oyunu, sona doğru sevil hanım ile ayla hanım’ın ortak geçmişlerine dair gizli kalmış bir şeyler ortaya çıkar mı acaba diye bekleyerek izledim. biraz, ingmar bergman’ın “güz sonatı” filmindeki gibi uzun zaman görüşmemiş anne-kızın bir günlük beraberlikleri sırasında yavaş yavaş geçmişlerini deşmeleri, saklı kalmış bazı duyguların su yüzüne çıkması gibi…
dramatik ve olay kurgusu olarak oyun sona doğru biraz havada kalmış gibi geldi bana, ve oyunun sonu keşke başlangıç ve gelişme bölümlerinin hakkını verecek seviyede getirilseymiş/geliştirilseymiş diye düşünmeden edemedim.
minör hayalkırıklığıma rağmen; geçmişe dair “küçük” anları, “belli belirsiz” anıştırmaları, “çok fazla üzerine gidilmeden” anlatılmış olayları insancıl ve usul usul hikaye eden “beraber ve solo şarkılar”ı müthiş keyif alarak, bol bol -ve çoğu zaman acı acı- gülerek seyrettim.
birbirinden mükemmel üç tiyatrocunun verdiği oyunculuk dersini kaçırmamak lazım!
Danzon
17.12.2010

– Tiyatro TEM onuncu yılında zirveye çıktı

1. Hakiki Gala-Tiyatro TEM: İki tuhaf yaşam, başlarından geçenin katbekat fazlasını vitrine çıkarıp şöhret olmak için heves duyan bir kadın, bir erkek. Müesser Hanım kılığındaki Ayşe Selen ile Lütfi Bey olarak Şehsuvar Aktaş son dönemin en iyi seyirlik eğlencesini sundu.
Ayşe Bayramoğlu’nun kaleminden çıkan metin de, ikilinin performansı da unutulmazlar arasında.
2. Son Bir Kez – Tiyatro Oyunevi: Yedi edebiyatçının birbirlerinden bağımsız metinlerini, yedi oyuncu yorumluyor. Mahir Günşıray ve ekibinin çalışmasının sonucu: Ölümün, savaşın, tecavüzün, ayrılığın, intikam arzusunun kıyısında dolaşan karakterlerin, birbirinin acısına eklenen monologları.
3. Malafa – DOT: Hakan Günday’ın aynı adlı romanından uyarlanıp Murat Daltaban’ın yönetmenliğinde sahneye taşınan ‘Malafa’da ‘tezgah’la tanıştık. Tezgahın ‘hayatın bizzat kendisi’ olduğu Antalya’nın dev mücevheratçısı ‘Topaz’da iki tür insan vardı: Satmak için kendinden geçen satıcılar ve satın almak için her şeyi yapmaya hazır alıcılar.
4. Kerem Gibi – Dostlar Tiyatrosu: Genco Erkal, ‘Kerem Gibi – Nâzım Hikmet’le 35 Yıl’la izleyici karşısındaydı. Genco Erkal’ın Nâzım’la 35 yıllık serüveninin şimdilik son noktası olan oyunda Nâzım’ın kadınları da var, oğlu da, hapishane yılları da, ölümü de, Türk Kurtuluş Savaşı da, Küba Devrimi de, Hiroşima da…
5. Punk Rock – DOT: DOT oyunlarında takibe aldığımız Rıza Kocaoğlu, Avrupa çağdaş tiyatrosunun mühim isimlerinden Simon Stephens’ın yazdığı ‘Punk Rock’ta yönetmen olarak karşımızdaydı. Özel okul öğrencisi bir grup genç üzerinden ‘şiddet’ meselesine kafa yoran oyunda yedi genç oyuncu, enerjik performanslarıyla takdirleri topladı.
6. 17.31 – Tiyatro 0.2: Özel güvenliklerle korunan bir rezidansın bilmem kaçıncı katı, biri kadın ikisi erkek üç arkadaş, dışarıdaki hayattan korktuğu için kendisini bu ‘altın kafes’e hapsetmiş olan bir komşu… İş dünyasının gerçek yüzü, para kazanma kaygısıyla satılan arkadaşlıklar, uyuşturucu, seks, başarılı bir dekor tasarımı, iyi oyunculuklar ve günümüz dünyasına ait bir metin. Hepsi Tiyatro 0.2’nin ‘17.31’ adlı oyunda.
7. Macbeth – Oyun Atölyesi: William Shakespeare’in ölümsüz metni Haluk Bilginer’in çevirisi ve Kemal Aydoğan’ın yönetmenliğinde yorumlandı. Macbeth rolündeki İlker Aksum akıllara kazındı, esere ustalıkla eklenen Hrant Dink, Ceylan Önkol ve Uğur Kaymaz göndermeleri dikkatleri çekti. Yaratıcı sahne tasarımı ve müzik kullanımı da cabası…
8. Dava – Bakırköy Belediye Tiyatroları: Turgay Kantürk rejisiyle sahnelenen Kafka’nın ‘Dava’sı dekoru, kostümü, makyajı ve oyunculuğuyla sahne üstünde düşsel bir dünya yaratarak, geçen yılın en ‘ağır’ yapımlarından biri olmayı başardı.
9. Fail-i Müşterek – Altıdan Sonra Tiyatro: Politik oyunlarla İstanbullu tiyatro severlerin vazgeçilmezleri arasına giren Altıdan Sonra Tiyatro’nun ‘Fail-i Müşterek’i, seyirciyi de oyunun parçası haline getirerek kişisel ve toplumsal bir eleştiriye fırsat sunuyor. Yiğit Sertdemir’in kalemi, rejisi ve oyunculuğunun ideal bileşimi.
10. Profesyonel – İstanbul Devlet Tiyatroları: Bülent Emin Yarar ve Yetkin Dikinciler’i buluşturan oyun ömrü boyunca iki kitap yazabilmiş bir yazarla, onu yıllardır takip eden polisin ilginç karşılaşmasını sunan oyun, sistemin insanları nasıl kullandığı ve herkesin birbirine ne kadar benzediğini anlatıyor.
Hazırlayanlar: Bahar Çuhadar, Gönül Koca
Radikal Gazetesi
30/12/2010

– bir biçimde izleme şansı yakalandıysa kaçırılmasa. süper değil, hiper değil, über bile değil hüpper sistem eleştirisi! gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine ve müdavimlerine de selam çakaraktan…
çoooook uzun zamandır izlediğim en iyi oyun, üstelik iletisi bile var – hem de birden fazla- daha ötesi şu: bi sürü iletisi olmasına rağmen didaktik değil, iç sıkıcı değil, kasvetli değil, dt’nin kimi kokuşmuş oyunları gibi hiç değil ve ne iyi ki oyuncuları da öyle. değil oğlu değil yanisi… tavsiye et deseler ederim, o derece.
bu anlamda metin de çok güçlü. can sıkıntısından yazılan depresyon günlüklerinden hallice-bir yanıyla arabesk şarkı sözlerini andıran kimi beşbenzemez oyunsuları beşe katlayıp, on beşle çarpar. ormanda on kaplan gücünde dedikleri cinsten işte…
yani ki, dünyayla derdi olan bi’ sürü akıllı insan bir araya gelmiş ve enfes bir iş çıkarmışlar ortaya ve hem de losttan bile eğlenceli – öyle diyim madem…
imzalara gelince:
ayşe bayramoğlu’nun edibe ayşen kutlugil’in eserinden hareketle yazdığı bu hakikatli oyunun yönetmeni çetin sarıkartal. oyuncular yukarıda sayılmışsa da bir kez daha anmakta beis görmüyorum efenim, hattızatında fevkalade faideli bile olacaktır. şehsuvar aktaş ve ayşe selen insanüstü bir performans gösteriyorlar cidden.
şahane oyunun şahane sahne tasarımını da zekiye sarıkartal yapmış.
bitti gibi şimdilik…
26 Mart 2010’da
DTCF Tiyatro Bölümü’nde oynanan
Hakiki Gala gösterimini
seyretmiş bir seyirci

– bir kez daha ellerinize, emeğinize sağlık. böyle güzel oyunları ankara’da her zaman izleyemiyoruz.bize nefes aldırdınız,iyi ki geldiniz:)))çok tebrik ediyorum:)))
26 Mart 2010’da
DTCF Tiyatro Bölümü’nde oynanan
Hakiki Gala gösterimini
seyretmiş bir seyirci

– merhaba (…) oyun atölyesindeki oyununuzu izledim. bayıldım (…) tebrik ediyorum. uzun zamandır bu kadar uzun sure bir oyuna odaklanıp, kopmadan ve hayran kalarak iki oyuncu izleyememistim… kısmet olmamişti malum bu aralar zor…Hikayelerini anlatmaya başladıkları vakit önce fazla 3 sayfa haberi olduğunu ve bu şekilde giderse çok yorulacağımı düşündüm. Başta o sebepten biraz gerildim, sert bir girişti… rüya… balık… ve galata kulesinde biraz ağlamaya başladım… ve sonrası gerçekten etkileyici idi… gerçekten… oyuncular da gerçekten çok iyiydi… o girişten sona ağlayacağımı hiç düşünmemiştim… bütün hepinizin eline sağlık…
25 Ocak 2010 tarihinde
Oyun Atölyesi’nde oynanan
Hakiki Gala gösterimini
seyretmiş bir seyirci

– Daha yeni seyrettim..Ne de güzel eğlendim..
İyi ki varsınız…Yeniden inandım,anladım,güldüm..Sevgiyle kalın..
14.11.2009 tarihinde
Oyuncular Tiyatro Kahve’de oynanan
Hakiki Gala gösterimini
seyretmiş bir seyirci

– Çok çok çok ama çok şey anlatıyor, gülmekten kendinizi alamıyorsunuz. Mutlaka gitmeye çalışın hatta gidin. Çok şey kaçırırsınız!!!
18.11.2009 tarihinde
Oyuncular Tiyatro Kahve’de oynanan
Hakiki Gala gösterimini
seyretmiş bir seyirci

– Yaptığınız her oyun gibi Hakiki Gala da çok güzel olmuş, bu akşam izledim çok beğendim.. Elinize emeğinize sağlık.
22.12.2009 tarihinde
Oyun Atölyesi’nde oynanan
Hakiki Gala gösterimini
seyretmiş bir seyirci

– HAKİKİ GALA YA DA CANINA YANDIĞIMIN YALANCI DÜNYASI
Bir gösterimin, özel bir gösterimin –galanın- hakikilik, otantiklik iddiası, teatral edimin genel uzlaşımlarını problem haline getirir.”Gerçekçi” değil gerçek, üstelik sahnede, önceden belirlenmiş bir zaman diliminde. Oysa tiyatroya oyun izlemeye gideriz, sahnede olan bitenin kurgusal olduğunu bilerek. Hakiki Gala adı bize bir şey söylüyor, üstelik gerçeklikle kurmaca arasındaki ayrımdan eminsek, açıkça paradoksal bir şey söylüyor. Son zamanlarda tiyatro üzerine yapılan teorik çalışmalarda en fazla tekrarlanan sözcüklerin sahici, gerçek, otantik vb. olması, bu alanın belirleyici terimlerinde bir değişim olduğunu göstermekte ve Hakiki Gala henüz izlenmeden, adıyla kurulan ilk ilişkide, tiyatronun algılanma biçimindeki güncel kaymanın nitelikleri hakkında düşündürmekte.
TİYATROTEM şimdiye kadar ürettiği oyunlarda, anlatı (öykü) ile sunum arasındaki ilişkiyi, özellikle sunumun koşulları ve katmanları üzerinden görünür kılmaya çalışıyordu. Oyuncunun bedeni ile rol arasındaki ilişkiyi, bir ara yüzey yaratarak çeşitlendiriyor, oynamak/anlatmak üzere sahneye adım atan oyuncuya, rolü üstlenme anının öncesine ait bir başka olma hali yüklüyordu. Bu biçimiyle oyuncu, Brecht tiyatrosunun varsaydığı oyuncu gibi, kendilik ile rolü arasındaki geliş gidişi göstermesine ek olarak ya da bu ilişkinin bir üst basamakta çeşitlenmesi olarak kendilik+kendilik üstü/dışı ve rolün basamaklarını somutluyordu. Topluluk, yalın bir kendiliğin anlamının kalmadığı bir çağda, üstlenilen rolün ancak yeni bir ilave benlikten üretileceğini düşünüyordu.
Eğer doğru anlıyorsam, Brecht’e “brechtiyen müdahelenin” açılımı, kendini gösterme edimini gündelik bir gerçeklik haline getiren insanlar dünyasında, saf kendiliğin çekiciliğini bütünüyle yitirmesindeydi. Hakiki Gala, sıradan insanların görünür olma arzusunun, sahne dışı bir fenomen haline gelen rol durumunun tiyatro sanatıyla ilişkisi ve karşılıklı etkileşimi üzerinden okunabilir. Çetin Sarıkartal tarafından sahnelenen oyunda –ya da gerçeklik iddiası taşıyan gösteride- iki kişi var, kadını-Müesser Hanım’ı Ayşe Selen, adamı- Lûtfi Bey’i ise Şehsuvar Aktaş oynamakta. (…) Metni kaleme alan ise Ayşe Bayramoğlu. Burada bir şeye dikkat çekmek gerekiyor, metnin tam anlamıyla bir sahne metni oluşuna; önceden verili bir sözel metin görünür kılınmıyor tersine metin, sahnesel sürecin bir sonucu olarak üretiliyor. Yani metin sahneyi belirlemiyor, sahne, metni belirliyor.
İki insanın öykülerini anlatmak üzere sahneye çıkmalarını konulaştıran oyunun sahne tasarımını Zekiye Sarıkartal yapmış. Müesser Hanım ile Lûtfi Bey’in “hakiki” galasının mekanı, sahne kondu bir dekor: Yapma çiçeklerle süslenmiş dört dikey konstruksiyonla, elle çizilmiş izlenimi veren iki perdeli penceresiyle ve masa, iki sandalye ve “manzaraya tüy diken” yanar döner küresiyle dekor, her türlü gerçeklik duygusunu uzaklaştıracak biçimde tasarlanmış. Tıpkı kurmacanın, yapıntı olanın kendini gerçekmiş gibi göstermek için gerçeklik duygusu veren dekorlar kullanması gibi, seyircinin kurmacayı sahiciymiş gibi algılamasını sağlamak için yaratılan atmosfer gibi. (…) Hakiki Gala, üçüncü sayfa öykülerini, gerçekliğin en sert biçimlerini konulaştırırken, gerçekliğin sunulma biçimlerini de konulaştırmakta, iki karşıt alanın,- hayat ve sahne- yeni bağlantılarıyla anlaşılmasını sağlamaktadır. (…) Hakiki Gala’nın yalın bir durum üzerine kurulduğu söylenmişti, birileri gelir ve kendi öykülerini anlatmak ister fakat bu yalın durum, şaşırtıcı bir katmanlaştırma ile zenginleşmekte, sahne hayat ilişkisindeki değişen algı üzerine çok güncel bir meselenin yaratıcı açılımlarını sunmaktadır. Başlangıçta biraz mahcup, sahnede ne yapacaklarını bilmeyen kişilerin, Müesser Hanım’la Lûtfi Bey’in adeta bir teşhirciye dönüştükleri sürecin en etkileyici anlarından biri, birbirlerinin nefes aralıklarına atlayarak müthiş bir “ben anlatmalıyım” yarışını görünür kıldıkları andı.
Tek perdelik komedi şimdiden trajik bir durumun ifşasına doğru ilerlemekte, hayat karşısında sanat kendini farklı kılanın ne olduğunu sorgulamakta ve oyuncu, rolünü seyirciye kaptırmaktadır.
Sahne Dergisi, Süreyya Karacabey
Ocak 2010 sayısı

– TİYATROTEM’İN YENİ OYUNU ‘HAKİKİ GALA’DA, SAHNEDE KANLI CANLI HALLERİYLE ÜÇÜNCÜ SAYFA HABERLERİNDEN FIRLAMIŞ İKİ FİGÜR VAR
Müesser Hanım’la Lûtfi Bey sahnede. Belirgin bir dertleri yok ama sahnede kendilerini ifade etmek belli ki onlar için bayağı önemli. Heyecanlanıyorlar, sürekli oyunu baştan alıyorlar ve hararetle anlatıyorlar. Cinayetler, intiharlar ve ensest ilişkilerle dolu hayat hikâyeleri her seferinde seyirciyi şoka sokuyor.
Tiyatrotem’in yeni oyunu Hakiki Gala’da, sahnede kanlı canlı halleriyle üçüncü sayfa haberlerinden fırlamış iki figür var. Sadece üçüncü sayfa haberleri değil, televizyonların gündüz kuşağı programları ve reality şovlardaki kendini gösterme isteği de Hakiki Gala’yı şekillendiren unsurlar arasında. Oyunda Müesser Hanımı canlandıran Ayşe Selen, aynı zamanda oyunun yönetmenliğini üstlenen Çetin Sarıkartal’ın bir makalesinden yola çıkarak böyle bir oyun hazırladıklarını söylüyor. İnsanların kendilerini markalaştırma hayali, bu tip programlarda gösterme çabaları üzerine bir şeyler yapmaları için tetikleyici olmuş Çetin Sarıkartal’ın makalesi. Oyunun yazarı Ayşe Bayramoğlu’nun gazetelerden aldığı notlar ve sonrasında oyuncular Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş’ın (Lûtfi Bey) doğaçlamaları sonunda da Hakiki Gala şekillenmiş.
Hakiki Gala, tabii ki Tiyatrotem’in tiyatro anlayışının bir uzantısı. Nedir bu tiyatro anlayışı dediğimizde, Ayşe Selen “gelenekselden bize kalanı araştırıyoruz” diyor. Buradaki geleneksellik tiyatroyla bağlantılı. Kukla karagöz, meddah, ortaoyunu, tekerleme gibi geleneksel oyun türlerini çağdaş tekniklerle kaynaştırıyorlar. Ama bu kaynaştırmanın amacı geleneksele saygı duruşundan çok, onun bir yandan illüzyon yaratıp diğer yandan o illüzyonu kıran tavrını miras almak. Yani “Ah ne tatlıydı o direklerarası” gibi bir durum yok.
Hakiki Gala’da da bu miras, reality şovları, gündüz kuşağı programlarını şekillendiren absürdlüğü ortaya çıkarmaya yarıyor sanki. Metinde kullanılan tüm üçüncü sayfa vakaları gerçek. Karakterler farklı farklı haberleri, sanki hepsi kendi başlarından geçmiş gibi aktarıyorlar seyirciye. Neredeyse onlarla birebir ilişki kuruyor, doğrudan izleyiciye sesleniyorlar. (…) Tek perdelik komedi Hakiki Gala’nın temsilleri bu hafta da devam edecek. Ama Tiyatrotem’in bu seneki faaliyetleri onunla sınırlı değil. Mitos Boyut Yayınevi’nden çıkan bir Tiyatrotem Oyunları kitabı var örneğin. Bir de yeni bir gölge oyunun hazırlığı içindeler. Henüz tam şekillenmemiş bir proje. Şimdilik, Türkiye’de sahneleme zorluklarına karşın yurtdışı festivalleri var akıllarında. Ama tabii ki imkan olursa yeni oyunlarını burada da sahnelemeyi ihmal etmeyecekler.
Radikaliki
Erman Ata Uncu
08.11.2009

– Oyundan çıkınca aptallaşıyorsun sanki… Çok etkileyici, nefis bir oyun… Ekibin emeğine sağlık…
15.11.2009 tarihinde
Oyuncular Tiyatro Kahve’de oynanan
Hakiki Gala gösterimini
seyretmiş bir seyirci

– Ben çok beğendim, çok keyifliydi, bence bütün tiyatro severlerin gitmesi gerek.
10.12.2009
Kumbaracı50’de oynanan
Hakiki Gala gösterimini
seyretmiş bir seyirci

– TİYATRO TEM’İN SAHNELEDİĞİ HAKİKİ GALA ÜÇÜNCÜ SAYFA HABERLERİNİ ELEŞTİRİRKEN OYUNCULARIN PERFORMANSLARIYLA DA SEZONUN ÖNE ÇIKAN OYUNLARI ARASINDA YER ALIYOR
Tiyatro Tem, kuruluşundan bu yana hatırı sayılır işler yapıyor. Grubun Türkiye’deki çalışmaları yurt dışında da inanılmaz beğeni topluyor. Geleneksel tiyatro anlayışının bir uzantısı olan grup, yeni oyunları Hakiki Gala ile Türk insanının tiraji-komik hallerini sahneye taşıyor. Hakiki Gala, ensest ilişkilerin yaşandığı, cinayetlerin işlendiği, intiharların yer aldığı konusuyla seyirciyi içinde bulunduğu dünyayla yüzleştiriyor. Ayşe Bayramoğlu’nun yazdığı öyküyü Çetin Sarıkartal yönetiyor ve oyunda sahnelerde görmeyi özlediğimiz Şehsuvar Aktaş ile Ayşe Selen rol alıyorlar. (…) Oyunda yer alan Müesser Hanım’ı Ayşe Selen; Lûtfi Bey’i ise Şehsuvar Aktaş canlandırmış. Her ikisi de rollerinin hakkını vermişler.
Ayşe Selen’in gerçeği kabullenirken yaşadığı trajediler komik anların canlanmasına neden oluyor. Şehsuvar Aktaş’ın anlatımı, jest ve mimikleri oyunda ön plana çıkan önemli bir ayrıntı. İki karakterin birlikte sundukları öyküde de seyirci komediyle karışık duygusal anlar yaşıyor. İnsanları görmek istemedikleri dünyanın afili gerçeği ile yüzleştirmek; bunu da özellikle komedi gibi zor bir uğraşla yapmak hiç de kolay olmasa gerek. İki oyuncu da üzerlerine düşen her şeyi sahnede yaparak rollerini layıkıyla yerine getiriyorlar. Hakiki Gala, sözcükler üzerinden işlenen komik bir öykü. (…) İçinde bulunduğumuz dünyanın öteki yüzü ile karşılaşmak isteyenler muhakkak bu güzel oyunu ve oyuncuları izlemeliler…
Yaşam Kaya
Taraf Gazetesi
02.12.2009

– Hakiki Gala bu güne ışık tutuyor. Medya aracılığıyla şekillenen, gözler önüne serilen, yıpratılan hayatlar, yine de birçok insanın bu parlak ışıkların cazibesine kapılmasını engelleyemiyor. Sırf bu uğurda eski, insani değerlerinden vazgeçen birçok kişinin barındığı bir toplumda Müesser Hanım ve Lûtfi Bey’in bu hoyrat dünyadan kurtulmak için yaptıkları çok mu sizce?
18.11.2009 tarihinde
Oyuncular Tiyatro Kahve’de oynanan
Hakiki Gala gösterimini
seyretmiş bir seyirci

– Ben çok beğendim, çok keyifliydi, bence bütün tiyatro severlerin gitmesi gerek.
10.12.2009
Kumbaracı50’de oynanan
Hakiki Gala gösterimini
seyretmiş bir seyirci

– Dün oyununuzu seyrettim, çok keyifli anlardı gerçekten. Oyunculuğunuza hayran kaldım. Nadir rastladığım türde bir oyunculuk şöleniydi bunu içtenlikle söylüyorum. Bunları yazarken bile hala aklımdan sizi seyrediyorum. Video ya kaydedilip oyunculukla uğraşan herkes seyretmeli. Oyunda elbet güzeldi, keyifliydi. Ama beni oyunculuk o kadar çarptı ki… Oyun yorumlarında çok güleceksiniz diyorlardı… Öyle bir beklenti ister istemez oluşuyor, sıkça gülümsememe rağmen defalarca gözlerim doldu, sahnede esprili anlatılan hikayenin acısını yüreğimde hissettim. Bilmiyorum amacınız bu muydu?
Şimdi biraz da neden üstüne eleştiri yazısı yazmanın zor olduğunu anladım. Öyle bir kere seyretmekle çözülecek gibi değil, metni okumak çok iyi irdelemek gerek üstüne bir şeyler yazmak için. Ben sadece duygularımı dile getirip performansınızın büyüleyiciliği için teşekkür etmek istedim. Elinize yüreğinize sağlık arkadaşlarım. Neye elinizi atsanız başarıyla kalkıyorsunuz:)
22.12.2009 tarihinde
Oyun Atölyesi’nde oynanan
Hakiki Gala gösterimini
seyretmiş bir seyirci

– Hayatımın akışındaki manasızlığı ad koymaya çabalarken ,bir ay içerisinde dört oyun ile tanıştım_renkli dakikalar ,baskıcı dakikalar ,anlamaya çalışan dakikalar ,oyuna dahil olduğundan kendini iyi hisseden dakikalar ,genelinde dahil olmadığı için hüzünlenen ,sıkılan ,gerilen ve kendini sorgulayan dakikalar…
Soru / Nasıl bir heyecan beni bekler perde de?
Cevap / Sıkıntılı günlerimdeki seçimim , kalabalık meydanlarındaki banklarda oturup şehri seyreylemek ,Tekrar tekrar, bulvarlar boyunca meydanlar boyunca gezinen ,hayalkırıklıkları, hüzünleri ,aşkları ,gülümseyişleri okumak insanlarda oturduğum banktan ..bu hazzı düşleyerek kuruldum koltuğuma,ilk oyunuma..
Perde açıldı oyun başladı sabırsızlığım çocukça, tek isteğim kurmacaya dahil olmak bir an önce kaybolmak anın büyüsünde, ancak çabalamakla, kaybolmaya çalışmakla geçti zaman _ hatırlanan iki adam bir kadın,bir şirket ve kaygılar kaygılar ne bir gülümseme ne bir soru işareti silüeti yok yüzümde, sadece uzun zaman sonra tiyatroyu tekrar deneyimlemenin keyfi kaldı oyundan ,birde hafif ayaklarımın karıncalanması akılımdan geçen ise ne de olsa devlet tiyatrosu devlet sanatçısı cümlesi ,o bile çok durmadı geçti gitti.
İyi başlayan bir akşamdı bir ertesi ,beyoğlun da eski taş bir bina ,bina içindeki kafe de cumbadan,akan istiklal caddesine doğru sarkmak ,el işçiliği ile tek tek işlenmiş demir korkulukların verdiği güvenle ben ,sigaram, kahvem ,pervasızız. Oyun başlamadan beni içine alan eski yıpranmış ama yıprandığı için hiç de huzursuz olmayan bu taş binada dahil oldum oyuna bir an ,bir an diyorum köşesinde aklımın bir evvelki gri ,tatsız,saldırgan tiyatro deneyimimden sebep olsa gerek küçük ürkek adımlarla buldum salondaki yerimi.
Önce hafif bir çekinsem de olacak olandan,çağıran sesleri müesser Hanım ile Lûtfi bey in heyecan ile karnavala ,beni yerimde çoşturdu. Katılmaktan orada bulunmaktan ,sorgulamadan ,yargılamadan dahil oldum içlerindeki sevince hüzne_içlerindeki diyorum görüyorum taşıyor gözlerinden ,daha cümle kurmazdan evvel gözleri anlatıyor bir sonraki replikteki hüznü, sevinci ,heyecanı ,şaşkınlığı. Sanki bir yandan kulağıma bir yandan gözüme oynuyorlar ,oyundan çıkınca ki üzerimde kalan tek hüzün koklayamamak ve dokunamamak oldu oyuna _daha fazla katılamamak duygusu ile eksik.O kadar sağlam ki devamlılığı üzerimde bıraktığı, ilk önce sorguladığım oyun içi tekrarları, yutup gidince hiçbir telaş bırakmadı, belki oyun o telaşlı tekrarlardı .Düşündüğüm zaman üzerine ,düşündüğüm dememeli çok sorgulayıcı kaçıyor ve samimiyetsiz ,kafamı kaldırıp kucakladığımda kainatı oyun üzerinden ,çok sahici idiler ve renkleri ile hayatımdaki akışı şekillendirdiler..
Ki bir sonraki oyun da bir telaş bir şaşkınlık utanmaktan bir hal olmuş ben tiyatroyu bu kadar hayatımdan uzak tuttuğum için,içimdeki çocuğu salıverdim salona ,ama daha ilk perdenin yarısında debeleniyor buldum kendimi devlet tiyatrolarının koltuklarında /AŞK çok geçmişinde kalmış bir kadın ve ona uymakta hiç zorluk çekmeyen bir adam ile baş başa buldum kendimi karanlıkta, ilişkiler üzerine yeni bir şeyler söylemeyen ve veya ilişki denen içi boşaltılmış yapıyı sorgulamak yerine insanları yargılayan ,tekrarlar tekrarlar ,diğerleri ayakta alkışlarken oyuncuları ben ise oyun esnasında debelenirken sıkıntıdan sağımdaki solumdaki boş koltuklara fırlattığım eşyalarımı toparlarken yoruldum..öyle yoruldum ki oyun ve ben ayrı köşelerde kaldık öyle birbirimizin yüzüne hiç bakmadan.
Ve en heyecan verici oyun sonuncu oyun …Olmalı idi ,kulağıma çarpanlardan anlatılanlardan algıladığım ,yeni bir tiyatro gerçekliği ile karşılaşacağım ,yüzümde bir joker gülümseme ,tam binadan içeri girerken kontrol edemediğim bir somurtuya bıraktı yerini,,bir yalnızlık hissi üzerime bir ağırlık yenilenmiş mermerlerin göz yorucu beyazlığından sebep,zamanın tanığı binaya uygulanmış bu zulüm nasıl yapılır dedim ve kendimi salona attım..ve daha oyun başlamadan yine oyunun dışındayım ,ortada bir koşuşturmaca dönenen insanlar ,yüksek volümle bozuk bir ses düzeni,içimi kanırtan bir parça ile meydan artık genç arkadaşların.Peşine düştüğüm sahnedekilerin ,ilk önceleri tekrarlanan meraklı heyecanımın etkisi ile gözlerim heryeri karıştırıyor sahnedeki,kulaklarım kelimelerin cümlelerin seslerin peşinde bu oyunda böyle biçimlenmiş dedim kendi kendime içine dahil olamıyor peşinden koşuyorsun ,bende koştum koştum ama yine yoruldum neden acaba tiyatro bu kadar yorucu. benim seçimlerim mi sebep yoksa bu ülkenin dinamikleri mi böyle aksediyor pratiğe..bilemedim yine yorulmaktan sıkkın .Nedeni yorgunluğumun oyuncuların sahici olmaya çabalarımı onlar zorladıkça bende mi zorlanıyorum sanırım.Tekrar dahil olmaya çabalayarak etrafında dolandım durdum oyunun ,çıkardıkları gürültülerin,repliklerdeki acemiliklerinin ve sahnedeki birbirleri ile olan iletişimsizliklerinin sebebini bulmaya çalışmakla geçti bitti oyun.,bir an gülümsedim nasıl anlatmalı eksik olanı arkadaşlara, eksik olanın birardalık olduğunu birarda olmaz isek ne manası olduğunun bu oyunun ,nasıl diye geçirirken,refleks ile kalktım oyunu alkışlayanların arasından sıyrılıp uzaklaşmaya çabalarken benimle iletişim kuramamış bu çarpıtılmış gerçeklikten ..
Bir an bir kaçı ile göz göze geldim oyuncuların gözleri çok kötü davrandılar bana ,kem olmadığını var saydığım bakışlarına takılan gözlerim sebebi ile az kala salona yuvarlanıyordum içimde alkışlayamamanın huzursuzluğu ile kendimi istiklal kalabalığına bıraktım biraz rahatladım dışarıda olmaktan birde üstüne hakiki galanın oynandığı salonu içinde taşıyan o eski yıpranmış yaşamış keyifli cumbalı binanın önünden geçerken gülümsedim tekrar müesser Hanım ve Lûtfi beyin varlığı ile on dakika evvel içimdeki yaşamı öldürmeye çalışanların huzursuzluğundan eser kalmadı bir de üstüne yakınca ,sigaram ben pervasız..
18.11.2009 tarihinde
Oyuncular Tiyatro Kahve’de oynanan
Hakiki Gala gösterimini
seyretmiş bir seyirci

– Tiyatrotem’in bu sezon yeni oyunu “HAKİKİ GALA” günümüzün rating yapan ve çok tartışılan televizyon programları, sağnak halinde yağan 3.sayfa haberleri, insanlardaki kendini tüm çıplaklığıyla toplumun zalim seyrine sunarak “karizma” oluşturucu çabası üzerine kotarılmış bir komedi. (…) “HAKİKİ GALA” genç oyun yazarı ve oyuncu Ayşe BAYRAMOĞLU’nun bir eseri. İstanbul’un çeşitli sahnelerinde yer alan “HAKİKİ GALA” şimdi Kumbaracı 50 ‘de izlenebilir. Hararetle öneririm. Taze olduğu kadar temiz bir soluk almak için 3. sayfanın kahramanları Müesser Hanım ve Lûtfi beyi bu hallerde çok seveceksiniz. Ayşe BAYRAMOĞLU’nun başarısına tanık olacaksınız.
Dündar İncesu

– GELENEKSEL TEKNİKLER KULLANILARAK ÇAĞDAŞ BİR OYUN YARATILABİLİR Mİ DİYE DÜŞÜNMEYİN, ‘HAKİKİ GALA’YI İZLEYİN
tiyatrotem, yeni sezona kuvvetli bir metne ve ustalıklı bir kurguya sahip bir oyunla başlıyor; Hakiki Gala. Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş’ın Tiyatrotem çatısı altındaki birlikteliklerinden doğan ve bugünün tiyatro ortamında kendilerine özgü tarzlarını başarıyla ortaya koydukları bir oyun. Aslında Hakiki Gala’nın başarısının arkasında ekibin 2000 yılından bu yana tutarlı bir şekilde benimsedikleri, çağdaş ve geleneksel gösterim sanatları tekniklerini kaynaştırarak yarattıkları araştırmacı bir tiyatro anlayışı var (…)Hakiki Gala, kapitalist modern toplumda kitlesel iletişim araçlarıyla uyutulan, aslında sahip olmadığı ve olamayacağı hayatlara ve amaçlara özendirilen, insani değerlere karşı duyarsızlaşan ve “gerçeklik” duygusunu yitiren sıradan insanların öyküsü. Pop art akımının kurucusu Andy Warhol, ‘Herkes bir gün 5 dakikalığına ünlü olacak” dediğinde günümüzün toplumu için doğru bir öngörüde bulunmuştu. Televizyonlardaki dizi, yarışma ve show programlarında sahte yaşantıların cazibesine kapılan, gazetelerdeki 3. sayfa haberlerinde acıklı öyküleriyle “görünür” hale gelen sıradan insanların sıkıcı hayatlarından kurtulmak için düştükleri medya tuzağının bir eleştirisi oyun. (…) Hakiki Gala’da araştırmacı bir yaklaşımla her detay üzerinde düşünülmüş olduğu açıkça hissediliyor; öykü, metin, dekor, kostüm, oyunculuk ve teknik aynı amaca hizmet edecek şekilde incelikle kurgulanmış. Oyunda hiç bir detay rastlantısal değil. (…) Sonuç olarak, Hakiki Gala’nın gerçekçi bir tiyatro yaklaşımıyla kurgulanmaması oyunun meselesinin izleyiciye aktarımında etkiyi artıran bir unsur; Müesser Hanım ve Lûtfi’nin Bey’in oyunun sonunda izleyiciyle birlikte “gerçeğe” ulaşmaları, izleyiciyi oyunda yaratılan “temsil”in katılımcısı yapıyor. İçerik ve yöntemin birbirlerini tamamlayan mükemmel birlikteliği örnek çağdaş bir iş yaratılmasına olanak sağlıyor.
Oyunsu olandan alınan hazzın dorukta olduğu bir oyun Hakiki Gala, çağdaş tiyatro kısvesi altında yapılan bir dolu “boş” işin arasında “gerçek” tiyatrosevere şiddetle tavsiye edilir.
18.11.2009 tarihinde
Oyuncular Tiyatro Kahve’de oynanan
Hakiki Gala gösterimini
seyretmiş bir seyirci

– MUHTEŞEMDİ!!!
“Dün akşam hayatımda ilk defa muhteşem diyebildiğim bir tiyatro izledim keyifle, umutla ve heyecanla… sadece 2 haftadır profesyonel tiyatroyla ilgileniyorum ve hala bununla ilgili eğitimim devam ediyor. dün gördüğüm oyun beni daha da heveslendirdi ve önümü görmemi sağladı. bunları sadece 1 saat içinde yapabildiğiniz için size çok ama çok teşekkür ederim. umarım bende birgün en az sizin gibi sahneye her çıktığımda aynı heyecanı duyar, en az sizin kadar muhteşem durabilirim sahnede… bana ve yanımdaki arkadaşlarıma muhteşem bi akşam yaşattığınız için minettarım. umarım herşey gönlünüzce olur. saygılarımla.”
15.11.2009 tarihinde
Oyuncular Tiyatro Kahve’de oynanan
Hakiki Gala gösterimini
seyretmiş bir seyirci

– HAYATA DAIR BIR OYUN: HAKIKI GALA
Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş’in canlandırdığı oyunda anlatılan olayların her biri TV kanallarında birbirinin bir örneği programlarda ya da gazetelerin 3. sayfa haberlerinin arasında yerini almış gerçek hikayeler. (…) Rollerinin henüz başındayken, daha bir kaç cümle etmişken sanki izleyicinin karşında değil de provadaymışçasına, “Baştan başlayalım. Yine unuttuk” gibi cümleler duyulmaya başlıyor. Bir kere daha ve bir kere daha derken artık, “gerçekten mi hata yapıyorlar ve baştan alıyorlar” diye şüphe etmeye başlıyorsunuz. Çünkü o kadar inandırıyorlar sizi. (…) Selen ve Aktaş muhteşem bir oyunculukla karakterden karaktere geçip, bir yükselip, bir alçalırken izleyiciler de acı dolu kahkahalarla izliyor oyunu. (…) Başından sonuna dek izleyicileri yüzünde sabit bir gülümseme ve tempoyla hızla içine sürükleyen oyun en sonunda da sizi ters köşeye yatırıyor. Nasıl olduğunu anlatmak oyunu izleyecek olanlara haksızlık etmek olur diye söylemiyoruz. Gazetelerin 3. Sayfa haberleri, televizyonların gündüz kuşağı programları ya da kendini göstermek isteyenlerin şovlarına dönen “eğlencelik” programlarda neler anlatıldığını merak edenler yönetmenliğini Çetin Sarıkartal’ın yaptığı metinlerini Ayşe Bayramoğlu’nun yazdığı Hakiki Gala’yı izlesinler.
15.11.2009 tarihinde
Oyuncular Tiyatro Kahve’de oynanan
Hakiki Gala gösterimini
seyretmiş bir seyirci

– Dün hakiki gala’yı izledim.marifet görmek ve yeni türk bir yazarla -ki kadın- tanışmak istiyorsanız izleyin… Tiyatro Tem.”
15.11.2009 tarihinde
Oyuncular Tiyatro Kahve’de oynanan
Hakiki Gala gösterimini
seyretmiş bir seyirci

– İYİ Kİ EVİMDE TELEVİZYON YOK!
Tiyatrotem’in Hakiki Gala’sı, bana bir kez daha evimde televizyon olmamasının ne kadar iyi bir şey olduğunu hatırlatmış oldu. Nasıl mı? Şöyle:Uzun zamandır sabahları gazete okumayı bıraktım. Güne, okunması daha keyifli şeylerle başlamayı tercih ediyorum. Televizyon da benim için kesinlikle bir ihtiyaç değil. Reklamlarda sahte gülücükler, yarışma programlarında içi boşaltılmış heyecanlar, dizilerin genelinde nedense sürekli ama sürekli ağlayan karakterler ve asıl acısı, gerçekliğini tamamen yitirmiş bir grup insanın toplandığı sabah programları, kimi zaman nefessiz kalmama neden oluyor. Annemle birlikte yaşadığım dönemlerde ona “Lütfen izleme şu programı!” dediğimde, bana “Ama kızım hayat işte! Sen ne dersen de, hayatta böyle şeyler oluyor!” diye verdiği cevap kulağımdan silinmiyor.Tiyatrotem bu sezon, tam da bu kaygılarımızı dillendiren bir yapımla karşımızda. Hakiki Gala biri kadın diğeri erkek iki kişinin yaşamlarının galasını bize sunuyor. (…) Tam bu noktada Tiyatrotem’in oyunculuk anlayışından bahsetmek gerekiyor. Oyuncular Ayşe Selen, Şehsuvar Aktaş ve oyunun yönetmeni ve dramaturglarından Çetin Sarıkartal, anlatı geleneği üzerine kafa yoran ve bunu çağdaş olanla harmanlayan bir ekip. Bundan önceki tüm yapımlarında olduğu gibi bu oyunda da anlatının gücünü gözler önüne seriyorlar. Anlatıcı, oyun kişisi ve oyuncu arasındaki oldukça başarılı geçişler seyir zevkini bir kat arttırıyor. Oyunun genç yazarı Ayşe Bayramoğlu da, yalın, etkili ve tüm sahteliğin içinde “sahici” dili ile dikkat çekiyor. Zekiye Sarıkartal’a ait olan sahne tasarımı ise rüküş düğün salonlarını, reytingi oldukça düşük televizyon programlarının setlerini ya da en zevksizinden döşenmiş, yıkık dökük evleri hatırlatan cinsten. Bu anlamda tam da Müesser Hanım ve Lütfi Bey’in elinden çıkmışa benziyor. Kostümler de gösterişli ve yapay.. Yani dekor da kostüm de oyunun anlam bütünlüğüne hizmet eden ve bu karakterlerin varoluş çabasının altını çizecek denli işlevsel.
Tiyatrotem, şimdiye kadar sahneledikleri Alem Buysa Kral Übü, III. Riçırd Faciası, Tartüf Bey gibi klasik oyunlarda, içerik açısından bu oyunların evrenselliğinde yerel olanı yakalayabilmiş; biçimsel olarak da anlatı ile yazılı metin arasında git-gel sağlamıştı. Hakiki Gala oyunuyla ise gündelik olanı evrensele yakınlaştırıp; anlatıdan metin, metinden anlatı yaratan bir iç içelik sağlamış durumda. Bu da, biçimsel anlamda seyirlik bir malzemenin sanki bir yandan mutfağını göstermekte, diğer yandan ise özünde, özellikle televizyonun gerçek hayatla arasındaki ironik durumunu vurucu bir şekilde ortaya koymakta..
Yani bu tek perdelik komedinin sonunda, tabir-i caizse sıkı bir tokat yemiş oluyorsunuz. Anlatımın gücü ve yaşadığımız dünyanın gerçeklik karmaşası birçok soru bırakıyor zihinde. Kulaklarımızda oyunda da dile getirilen bir cümle çınlıyor: “Gerçek çok kıymetli bir şey; ona ulaşmak zor!” ve söylenebilecek tek şey kalıyor geriye: “Annem de bu keyifli oyunu izlemeli!”
Elif Temuçin
Kaynak: http://kultursanat.halkbank.com.tr

– Tiyatro Tem’den Hakiki Gala: Gerçeğin Hakikisi!
‘Hakiki Gala’ oyununda olduğu gibi, gerçek diye düşündüğümüz ya da bize gerçek diye sunulan kurgulanmış yapıları, anlatıları, hikayeleri incelediğinizde ‘hakikat’ ile karşılaşmıyor muyuz?
Müesser Hanım ile Lutfi Bey ‘Hakiki Gala’nın ‘hakiki’ karakterleri… Aldanmayın, onları canlandıran Ayşe Selen ile Şehsuvar Aktaş değil… Sahnede Müesser Hanım ile Lutfi Bey var.
Bu yıl açılan Kumbaracı 50′nin ‘hakikaten’ sıcak ortamında ‘hakiki’ bir gala var; konusunu ‘gerçeklerden’ alan, ama gerçek ile hakiki arasındaki kurguyla dalga geçen, eleştiren, ‘suratına suratına’ vuran… Bu oyunu ‘hakiki kılan’ da, metninden sahneye konuluşuna, oyunculuktan dekora kadar her şeyin ince düşünülmüş olup, seyirciye de bunun yansıması. (…) Çoğunlukla hüzün dolu, insanın yüreğinden yaralayan hikayeler. Tüm bu yaşadıklarından sonra, nasıl bir araya geldiklerini, nasıl tanıştıklarını, nasıl tiyatro yapmaya karar verdiklerini anlatıyorlar bize. Bir anlatının keyifli bir oyuna dönüşebileceğini, ancak seyrederek deneyimleyebilirsiniz ‘Hakiki Gala’da. Müesser Hanım ile Lutfi Bey anlatının doruklarında, seyirciyi alıp götürürken, birdenbire kırılma yaşayarak size ‘gerçekleri’ anlatıyorlar (Acaba ‘gerçekten’ ‘gerçekleri’ mi?).
Anlattıkları hikaye birbirleriyle çeliştiğinde ustalıkla düzeltiyor ya da tiyatronun gereği bir çatışmanın içine giriveriyorlar. Anlatılar hikayeye, hikayeler çatışmaya, çatışmalar eleştiriye, eleştiriler gerçekliğe dönüşüveriyor. Ama neyin gerçek olduğunu hiçbir zaman bilemiyoruz, bilmiyoruz seyirci olarak. Zaten aslında ‘Hakiki Gala’da bununla ilgilenmiyor. Tiyatroya, basına, anlatılara, topluma, bakış açılarına, ideallere, fırsatçılığa yani hayatın içinde düşünebileceğiniz her şeye eleştirilerini Müesser Hanım ile Lutfi Bey üzerinden, onların ‘gerçek’ olmayan anlatıları üzerinden bambaşka bir kurgu ile ‘hakiki’ meselesi üzerinden vermek istiyor Tiyatro Tem.
Müesser Hanım ile Lutfi Bey karar vermişler tiyatro yapmaya, ‘hakiki’yi anlatmak uğruna. Zannetmeyin ki, üçüncü sayfa haberlerinden bir oyun seyrediyorsunuz. Üçüncü sayfa haberlerinden oluşan, bunları okuyan ve okumaya devam eden bizleri eleştiren bir oyun desek daha doğru olabilir.
Hatta sadece okuyan değil, bunları içselleştiren, kanıksayan okuyucuyu. Bir zamanlar oldukça popüler olan Reality Showları seyreden, bunları kendi hayatı zanneden, bazen bunlara özenen, bunlar üzerine bazen televizyon dizileri, filmler yapan, hatta tiyatro oyunu yapan zihniyetle dertleri var. Tiyatro Tem bu dertlerini, ‘Hakiki Gala’ ile anlatıyor. Zannetmeyin ki, sıkıcı bir ‘eleştiri’ oyunu seyredeceksiniz. Kumbaracı 50′nin duvarları seyircilerin kahkahalarıyla çınlıyor çoğu zaman. Daha önce dediğim gibi, Müesser Hanım ile Lutfi Bey sıradan insanlar, bize kendi ‘gerçeklerini’ anlatan sıradan insanlar…
Amatör ruhlu, amatör oyuncular…. Asla tiyatrocu Ayşe Selen ile Şehsuvar Aktaş değiller. Yanılmayın. Bize ‘hakiki’ bir galada olduğumuzu hissettiriyorlar, kahkahalarımızla bu durumu bölüyor olsak da, onlara inanmak istiyoruz. Lakin Müesser Hanım ile Lutfi Bey bizim onlara ne kadar inanmamızı istiyor, orası şüpheli…
Üçüncü sayfa haberlerinden türeyen her şey gibi, ‘gerçekliği’ çarpıtılmış kurguları eleştiren ve dalga geçen yapısıyla ‘Hakiki Gala’, ‘gerçeklikle’ ‘hakikat’ arasındaki o ince çizgiye dikkat çekiyor. Her ne kadar, sözlüklerde eşanlamlı olarak nitelense de ‘gerçek’ ile ‘hakiki’ kelimeleri, kullandığımız dil yapısı içinde farklılık göstermiyor mu, sizce?
‘Hakiki Gala’ oyununda olduğu gibi, gerçek diye düşündüğümüz ya da bize gerçek diye sunulan kurgulanmış yapıları, anlatıları, hikayeleri incelediğinizde ‘hakikat’ ile karşılaşmıyor muyuz? Müesser Hanım ile Lutfi Bey’in seyirciye anlattıkları birbirinden ‘ilginç’ hikayelerin ‘gerçekliği’ konusunda hiçbir şüphemiz yokken, aslında bu ‘gerçeklerin’ hepsinin hayatta var olduğunu, ama ‘onların’ hayatlarında var olmadığını fark ettiğimizde, ‘gerçeğin’ kurgulu yapısını görmüyor muyuz? Bu da ‘Hakiki Gala’ya dönüşüveriyor…
Çetin Sarıkartal’ın yönettiği, Ayşe Bayramoğlu’nun yazdığı ve Ayşe Selen ile Şehsuvar Aktaş’ın oyunculuklarıyla metni sahnede yaşattıkları bir oyun ‘Hakiki Gala’. Gerçeğin kurgulu yapısını inanılmaz bir biçimde eğlenceli hale dönüştürerek gözler önüne seren bir yapım. Gerçeğin kurgulu yapısından bahsederken, Tiyatro Tem’in kendi alanları olan tiyatroya yaptıkları eleştirileri de göz ardı etmemeli.
Popüler kültürde ‘gerçekliğin’ kurgulanması, ‘hakiki’nin çarpıtılması tiyatroda da yerini buluyor son zamanlarda… ‘Suratımıza suratımıza’ seyirciyi rahatsız etmek için yazılan oyunların Türkiye’de sahnelenmesi ve bunun bir ‘ekol’ (popüler demek daha doğru aslında) olmasına; ‘tiyatronun’ klişe ‘sözlük’ anlamlarına; ‘tiyatrocu olmanın’ gerçekliği olan ‘fakirlik’ durumuna komedi unsurlarıyla yaklaşıyor Tiyatro Tem. Seyirciler olarak da onlara eşlik ediyor, kahkahalarımızla onların eleştirilerine katılıyoruz.
Hele gerçeklerden bıktığınız bir zaman diliminde seyrederseniz ‘Hakiki Gala’yı, tiyatrodan çıktığınızda yüzünüzdeki gülümsemeyi Kumbaracı 50′den evinize kadar, hatta sabaha kadar koruyabileceğinizi garanti ederiz. Biz mi? ‘Hakiki Gala’yı seyretmiş olan seyirciler tabii ki…
Jale KARABEKİR
İstanbul – BİA Haber Merkezi
27 Şubat 2010, Cumartesi

– AH ŞU REYTİNG, REZİL EDER ADAMI!
Tiyatrotem’in sahneye koyduğu Hakiki Gala oyunu, sıradan insanların medya sayesinde popüler olması sonucu yaşadıklarını anlatıyor
MÜESSER Hanım ve Lütfi Bey… Vahşet, nefret, öfke, cinayet, intihar, tecavüz ya da aşk öyküleriyle tanınmış şahsiyet haline gelen sıradan vatandaşlardan yalnızca ikisi. Medyada gözümüze gözümüze ‘dan’ efektiyle sokulan öykülerle reyting uğruna çarklarda öğütülen insanlar… Süreyya Beyler, Semra Hanımlar, Canerler, Şuleler, Ajdarlar…. Bu baş döndürücü işleyişte Edibe Ayşen Kutlugil’in kitabından “İnsanı insana insanla ve insanca anlatmak lazım” düşüncesiyle tiyatroya uyarlanan Hakiki Gala reyting canavarının elinde canavarlaşanları anlatıyor.
Öyle bir çark ki bu eline geçirdiklerinde ‘star’ olma duygusu uyandırıyor. İnsani dürtüler, acılı hikâyeleri uydurma bir masala dönüştürüyor. Oyunda, Ayşe Selen’in oynadığı Müesser Hanım ramp ışıklarını görünce başlıyor geçmişine dair vahşet dolu öyküleri anlatmaya. Şehsuvar Aktaş’ın canlandırdığı Lütfi Bey de ondan aşağı kalmıyor. Cici babasını nasıl bıçakladığından, ilk cinsel deneyimini sapkınlıkla yaşadığını ‘canlı canlı’ anlatıyor seyircisine.
Ayşe Bayramoğlu’nun yazdığı Çetin Sarıkartal’ın yönettiği ve Tiyatrotem’in hazırladığı oyunun eksikleri var. Ancak 70 dakikalık oyunda sahte starlara dair anlatım samimi, sıcak, bizden… Müsamere piyeslerini andıran sahne dekoru ve kostümler biraz rahatsız edici gelebilir. Oyunda Şehsuvar Aktaş’ın uydurma tahta bir düdükle çaldığı melodilerden başka müzik de yok. Son dönemde tiyatro oyunlarında sıkça kullanılan video görüntüleriyle destekten de bu oyun da yine hiç yararlanılmamış.
Sabah Gazetesi
Murat Karpuz
24.12.2009

– SEZON’UN EN HAKİKİ GALASI
Flash, Flash, Flash…. Tiyatro Tem modern dünyaya ayak uydurmayı red mi ediyor ? Az Sonra … (Elbette abartı)
Neden mi ? Lütfen aşağıdaki dialoğu okuyun…
M. : Alo, merhaba, “Hakiki Gala” için telefonla yer ayırtabiliyor muyuz?
Görevli : Tabi, isminiz nedir ?
M. : … Kredi kartı gerekli mi ?
G. : Sessizlik… Ayırdım biletinizi Hanımefendi, gelince adınızı söylersiniz…
M. : Peki ne zaman almam gerekiyor biletimi…
G. : Ne zaman isterseniz..
M. : Peki.. Oldu… Teşekkürler… Sağolun… Ben alırım…
Şaşırtıcıydı. Kredi kartı, kimlik bilgileri vs. istenmemiş, lütfen biletinizi bir gün evvel alın da denmemişti. Oysa modern insan sağlamcıydı. Nasıl ayırabilirlerdi ki bileti sualsiz, nasıl güvenebilirlerdi bana. Hadi gitmezsem. Bir koltuk boş mu kalacaktı o zaman ? Bildiğimiz, modern insan sağlama alırdı, adına da profesyonellik, kurumsallık derdi aslında ama dememişti işte görevli. Geç kalmamalıydım , hayal kırıklığına uğratmamalıydım. (Paylaşmasam olmazdı, önemli bir detay olduğunu düşünüyorum ! )
“Şaşırma”mı bir yana bırakırsak – aslında oyunun sonuna dek bırakamamıştık – Oyuncular Kahvesi’nin küçük sahnesinde, Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş tarafından sahnelenen “Hakiki Gala”, kendilerini hayret ile izleyen tiyatro severler için soluk soluğa bir performanstı(…) Modernliğin üzerimizdeki en büyük sıkıntılarından biri olan yalnızlaşma ve onun sonucu; görünür olma çabasının, insanı her geçen gün daha da hoyratlaştırması, medyanın zaaflarımızı kullanarak üzerimizde kurduğu hakimiyet gibi, çağımızın herdem taze sorunlarına, geleneksel yöntemler aracılığı ile söz söyleyen ve belki de biz izleyenlerin tam da bu açıdan tatmin olmamızı sağlayan “Hakiki Gala” oyunu, bütünü ile, derdini başarı ile anlatabilmiş bir oyun. Hatta belki, bu sezonun en hakiki galası da diyebiliriz.
18.11.2009 tarihinde
Oyuncular Tiyatro Kahve’de oynanan
Hakiki Gala gösterimini
seyretmiş bir seyirci

– Merhabalar,
Maili atmam biraz zaman aldı, hem oyun hem de gönderdiğiniz makale üzerinden yüz yüze konuşalım istedim fakat bugüne kadar fırsat olmadı. Ben de kafamı toparlayıp bir email atayım dedim.
Önce oyun hakkında bir şeyler yazmak istiyorum.
İlk olarak elinize sağlık. Oyunun temel fikri ve çıkış noktası benim çok ilgimi çekti ve tartışılan, medya ve benlik meselesi, benin yüceltilmeye çalışılırken tamamen ortadan kaybolması fikri bence bir oyun için çok zengin bir malzeme. Hikayeleri kurarken kullanılan oyunculuk biçimi doğal olarak bu noktada çok tayin edici. En başta ne olduğundan habersiz olan seyirciyi tamamen yabancılaştırmadan (tamamen yabancılaştırmaktan kastımı uzaklaştırmak ve soğuk bir etki yaratmak), oyuna bir şekilde dahil edebilecek ve aynı zamanda da metnin sahip olduğu oyunbazlığı bütün katmanlarında muhafaza edecek bir oyunculuk biçimini korumanın zor bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Hakiki Gala’da hikayelerin peş peşe sıralandıkları ikinci bölümün büyük kısmında bu korunmakla beraber, bence, anlatıcıların sözde içlerine dönüp duygusallaştıkları yerlerde yalan duygusallık ve yabancılaştırma etkisi birbirine karışıyor ve hikayelerin kime ait olduğunu bilmeyen bir seyirci için bu en başta kötü oyunculuk veya ritm aksaması gibi algılanabiliyor (bu tabii ki benim tamamen kişisel ve kötü niyetli gözümün okuması). Tabii ki oyunun sonunda hikaye bağlandıktan sonra bütün parçalar yerine oturuyor.
Oyunda tercih edilen estetiğin televizyon izleyicisinin her gün maruz bırakıldığı kitsch olması bir yandan beni (doğal olarak) çok rahatsız etmekle beraber, böyle olduğu için de oyunun tutarlılığı açısından bunun en doğru tercih olduğunu ve kurulan yapıyı desteklediğini düşünüyorum. Dekorun bütünüyle karakterlerin ellerinden çıkmış olması ve her detayın bu bağlamda işlenmiş olması oyunda tutarlılığı sağlıyor ve oyunculuklardaki ürkütücü derecedeki kendini sevdirme çabasına katkıda bulunuyor.
Ve son olarak metin. Kişisel olarak metnin üzerinde daha fazla çalışılabileceğini düşünüyorum. Bu da bence bölümler bir araya geldiğinde oluşan ritmin yeniden gözden geçirilmesi kadar basit bir çalışmayı gerektiriyor. Örneğin açılış sahnesindeki tekrarlar ilk başta seyirciyle çok sıcak bir ilişki kurarken üçüncü tekrardan sonra bir değişime ihtiyaç duyuluyor. Ya da belki üçüncü bölümdeki hikayelerin sayısı veya anlatılma biçimleri yeniden gözden geçirilebilir. Bu sahnelerin hepsi kendi içlerinde tutarlı ve izlemesi keyifli olmakla beraber, oyunun bütününün ritmine bakıldığında onlar uzadıkça oyunda aksamaya sebep oldukları düşünülebilir. Fakat tabii ki bu o gece oyundaki ezber aksamalarından bile kaynaklanmış olabilir. Metin hakkında daha detaylı düşünmem için metnin yanımda olmasını tabii ki tercih ederim, umarım bir gün basılır. Bence bir çok oyuncunun çalışmaktan ve sahnelemekten çok keyif alacağı bir oyun.
Oyun hakkında yazacaklarım şimdilik bu kadar. Benim böyle yazılarda mesafeli olmak ve sadece negatif eleştirilerimi yazmak gibi bir özelliğim var, bu yüzden de karşılıklı konuşmayı her zaman tercih ederim. Umarım fırsatımız olur.
Gönderdiğiniz makaleye gelirsek, oyunculuk eğitimi, oyuncunun içine atıldığı piyasa ve yaşadığı süreçler açısından gerçekten çok yerinde tespitler yaptığınızı düşünüyorum. Buna karşılık olarak da yeni bir oyunculuk eğitimi önerisi doğal olarak çok heyecanlandırıcı. Dramaturjinin merkezde durduğu ve sürekli bilinci açık tutmaya yönelik bir oyunculuk eğitimi önerisi özellikle Türkiye’de, endüstriye insan yetiştirmek ve oyuncuların sistem içinde akıl ve beden sağlıklarını koruyabilmeleri açısından çok yenilikçi ve ümit verici. Fakat sizin de tespit ettiğiniz gibi, benim oyunculuk eğitimine bakışım veya size önerdiğim çalışma biçimi bunun tam ters köşesinde duruyor. Yıllarca Şahika’yla ve kendi başıma yaptığım çalışmalarda aslında sizin bahsettiğiniz yalnızlaştırma ve sistemin dışında kalma çabasıyla iş yapmaya çalışmış ve bundan yararlanmış, bunun yarattığı sürekli karşı çıkışın ve kavganın besleyiciliğine inanmış bir sanatçı (adayı) olarak böyle bir bakış açısına yaklaşmamın ve bunun içinde kendime yer bulmamın zaman alacağını düşünüyorum. Bunun için de o ya da bu şekilde bir süre bu tartışmanın yakınında veya içinde olmam gerektiğini düşünüyorum.
Şimdilik benden bu kadar. Umarım en kısa zamanda görüşebilir ve bunları yüz yüze konuşabiliriz.
18.11.2009 tarihinde
Oyuncular Tiyatro Kahve’de oynanan
Hakiki Gala gösterimini
seyretmiş bir seyirci


Sıradan iki insan hayatlarının Gala’sında buluşurlarsa….
Tiyatrotem, bu sezon yine üzerinde iyi çalışılmış bir oyunla izleyicisinin karşısında. Hakiki Gala, Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş’ın Tiyatrotem çatısı altındaki birlikteliklerinden doğan ve günümüzün tiyatro ortamında kendilerine özgü tarzlarını başarıyla ortaya koydukları son oyunları. Aslında Hakiki Gala’nın başarısının arkasında ekibin 2000 yılından bu yana tutarlı bir şekilde benimsedikleri, çağdaş ve geleneksel gösterim sanatları tekniklerini kaynaştırarak yarattıkları araştırmacı bir tiyatro anlayışı var(…) Oyunsu olandan alınan hazzın dorukta olduğu bir oyun Hakiki Gala. Geleneksel Türk tiyatrosu yöntemlerini yenilikçi bir yaklaşımla yeniden üretmeyi başaran Tiyatrotem ekibinin aklına ve emeğine sağlık. Hakiki Gala, çağdaş tiyatro kısvesi altında yapılan bir dolu “sığ” işin arasında “gerçek” tiyatrosevere şiddetle tavsiye edilir.
Tiyatronline
Esra Karaca Apaydın
15.02.2010

Tiyatrotem’de Gösterim Metninden Hareket Oyunları
Çocuk tiyatrosunun genellikle sanıldığının aksine salt çocuklar için yapılmaması gerektiğine kanıt olarak gösterilebilecek Tiyatrotem yapımları, içerik ve biçim denemeleriyle sadece çocuk tiyatrosunun önünü açmakla kalmaz, aynı zamanda bir oyunun nasıl yapılacağı hakkında da kendi sözlerini söyler. Üstelik bunu tüm sıkıcı ve didaktik eğilimleri içine çekerek, onlarla bir tür estetik düelloya tutuşarak, şimdiye değin alışageldiğimiz, klişeleşmiş tüm içerik ve biçim özelliklerini mesafeli bir bakışla, hınzırca sunarak tiyatronun nedirliğine, nasıllığına ilişkin bir dolu soruyla baş başa bırakır bizi.
Bu çalışmada Tiyatrotem’in “Lahana Sarma”, “Böyle Devam Edemeyiz” ve “Nasıl Anlatsak Şunu” adlı oyunları ele alınacaktır.
Tiyatrotem’in Oyun Anlayışı
(…) Tiyatrotem, Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş tarafından 2000 yılında İstanbul’da kuruldu. İlk oyunları olan “Lahana Sarma” 18.10.2001 tarihinde 7. Uluslar arası Eskişehir Festivali kapsamında dünya prömiyerini yaptı. 2004 yılından itibaren Çetin Sarıkartal topluluğun kimi projelerinde dramaturg ve/veya yönetmen olarak çalışmaya başladı. Geleneksel ile çağdaş olanı birleştirme işini Türkiye’nin kültürel ortamını dışarıda bırakmaksızın, araştırmaya dayalı bir anlayışa sahipler. Kendi ifadeleriyle, “tiyatronun tiyatrosunu yapmayı arzulayan, bunu araştıran bir ‘anlatı tiyatrosu’ olduğu söylenebilir.” “Tiyatronun tiyatrosu” ne demek, bu önemli. İlk etapta kendisine işaret eden bir tiyatro olduğu söylenebilir, bu yorumdan yola çıkılarak – ki öyle de. Bunun dışında tiyatronun kendisine yöneltilen yalın kılıç bir protesto olarak okunabilir, bu oyunlar. Tüm oyunlarda başat unsur “oyun” kavramı. Hangi oyunlarına bakarsak bakalım, gözden kaçmayan, sürekli kendini belli eden ve izleyiciyi de belli bir mesafeden bakmaya zorlayan, ancak öyle olduğunda oyunun tadının çıkacağını ima eden, yerleşik tiyatro anlayışıyla ve tiyatronun kurumsallaşmasıyla inceden inceye alay ederek politik tavrını da belli eden ve kendi tiyatrosunu, onun kurallarını belirlemiş ve oyunlarının içeriğiyle de biçimiyle de her oynanışında yeniden belirmeye yönelik bir yolculuğa çıkan/çıkaran, bunu yaparken didaktik olmak şöyle dursun, bunu akla bile getirmeyen hem eğlenceli hem de hayli düşündürücü bir oluşum. İlham kaynaklarının Brecht olduğunu söylemeleriyle de hem politik hem estetik tavırlarını hangi yönde seçtiklerini anlayabiliyoruz.
Tiyatrotem oyunlarını iki ayrı grupta ele almış;
1 – Gösterim Metinlerinden Hareketle,
2 – Klasik Dramatik Metinlerden Hareketle.

Dramın Kırılması
Birinci gruptaki oyunlar doğaçlamaya dayanan özgün metinlerken, ikinci gruptakiler birer yeniden yazım örneğidirler. Ben bu çalışmada, birinci gruptaki oyunlara bakacağım. Bu oyunların çıkış noktasını, “Renkli tasvirler herhangi bir nedenle hayal perdesinden çıkmak zorunda kalsalardı, ne olurdu?” sorusu oluşturmaktadır. Bu sorunun anlamını oyunların içersinden yorumlamaya çalışırsak, sanırım yukarıda sözü edilen “tiyatronun tiyatrosu” nitelemesinden kasıt açıklığa kavuşur olacak. Gölge oyununun oyun alanı “perde” ise, tasvirler oyun alanını terk ettiklerinde, bir tür yersiz-yurtsuz kaldıklarında “tiyatrosal bir anarşi” doğuyor kanımca. Farz edelim ki, sahnede oyuncularla oynanan bir oyunda benzer bir şey oluyor, mümkün mü? Yani oyuncu oyun alanı olan sahneyi terk ediyor… Buradan izlediğimizde Tiyatrotem’in dramın bir üst tür olarak kırılma sürecinden sonrasıyla ilgilendiği apaçık. Öte yandan oyun alanı olan hayal perdesinden çıkıp o alanın dışında kalan, imgesel bir “bütün dünya”nın oyun alanı hâline getirilmesi de yine bu bağlamda çok anlamlı. Bu içerikteki “oyun” unsuru ile, kurmacanın buradalığı ya da yaşamın kendisinin bir kurmaca olduğu düşüncesiyle de ilintili bir biçimde seyrederek, biçim-içerik dediğimiz o üzerinde çok konuşulan meşhur “ikili”nin nasıl organik bir biçimde birbirine bağlanacağının da güzel bir örneği. (…)
Tiyatrotem Üslûbu
Gayet yalın bir dekor ve kostümle, keyifli oyunculuklarıyla çok uzatıp sıkmadan, seyri bir bıkkınlığa dönüştürmeden anlatacağını iletip bitiriyorlar oyunlarını. Başlangıçta “deneme” yaptıkları kolaylıkla söylenebilecekken, bugün, artık, bir Tiyatrotem üslubundan, onların tiyatro anlayışından bahsetmek mümkün.
Sanatçının kendisiyle ve yaptığı işle tutuştuğu hesaplaşmaların ve çok güçlü kırılmaların sonucunda ortaya çıkan bütün bu işler, ince ince düşünülmüş, her ayrıntısı gözden geçirilmiş heyecan verici oyunlar. Çocuk tiyatrosunun nasıl yapılması gerektiğine ilişkin ders niteliğindeki yapımlarıyla daha öncesinde içine düşülen tuzaklarla baş etmenin yollarını da veriyor, bu oyunlar.
1 Ayşe Selen, Şehsuvar Aktaş, Çetin Sarıkartal. Tiyatrotem Oyunları, “Önsöz”. (İstanbul: Mitos Boyut Yayınları, 2009), s. 5.
2 A.g.e., “Lahana Sarma”, s. 24.
3 A.g.e., “Nasıl Anlatsak Şunu”, s. 61.
İsmail Onur Coşkun

……………………………..

– Die Bonner Biennale zeigt ab Samstag türkische Kultur. Das Festival richtet den Blick auf das nah und doch so fern liegende „Brückenland“ zwischen Europa und Asien, dessen Kulturszene weitgehend Terra incognita ist.
Bonn – „Ein Pferd, ein Pferd, mein Königreich für ein Pferd!“ – so ruft der abgefeimte Bösewicht Richard III. in großer Bedrängnis. Dieses zum geflügelten Wort geadelte Shakespeare-Zitat aus dem Munde eines Geistes statt eines wortmächtigen Mimen zu hören – das hat was. Umso mehr, wenn der Geist – türkisch Dschinn – von einer hölzernen Puppe angeleitet wird. Wer eine Shakespeare-Aufführung der ganz anderen Art erleben möchte, dem sei am 18. und 19. Juni ein Besuch der Werkstatt an der Bonner Oper empfohlen.
Die freie Bühne „Tiyatrotem“ aus Istanbul vermengt in dem Stück „Die Katastrophe von Riçird III.“ klassisches türkisches Puppentheater mit klassischem abendländischen Theater. „Absolut faszinierend“, findet Steffen Koppetzky diese aparte Shakespeare-Bearbeitung, die der künstlerische Leiter der „Biennale Bonn: Bosporus“ unter die Highlights des umfassenden Kulturfestivals reiht, das am 14. Juni startet und bis 22. Juni mit 85 Veranstaltungen – Theater, Tanz, Literatur und Musik – das Kulturland Türkei vorstellt.
Nach New York und Indien richtet die Biennale nun den Blick auf das nah und doch so fern liegende „Brückenland“ zwischen Europa und Asien, dessen Kulturszene für uns weitgehend Terra incognita ist. Die Theaterszene ist auf die beiden Metropolen Ankara und insbesondere Istanbul fixiert, nur hier können sich freie Bühnenensembles entfalten. Die weite Provinz wird von dem umfassenden türkischen Staatstheater bespielt, das 13 Dependancen im Land unterhält. (…)
Kölnische Rundschau
Biennale in Bonn
Shakespeare vom Bosporus
VON BERNWARD ALTHOFF, 11.06.08, 19:16h

– Die letzte Bonner Biennale blickt auf die Bühnen am Bosporus
Nach New York und Indien widmete sich die diesjährige Bonner Biennale der Türkei: ein Vorgeschmack auf die Frankfurter Buchmesse im Herbst, die sich ebenfalls mit der Türkei als Gastland befassen wird. Das deutsche Türkeibild auf den Kopf zu stellen – oder wenigstens zu erweitern –, waren türkische Künstler aller Sparten mit rund 80 Projekten an den Rhein gekommen: das türkische Staatstheater und das Staatsballett, unabhängige Theatergruppen, Schriftsteller, Musiker, Filmemacher und bildende Künstler.
Nicht der Blick auf die Strasse, Jugendkriminalität und Kopftuchdebatte interessierte die Biennale-Gestalter, sondern die Vielfalt einer Kultur, die kaum Schlagzeilen im deutschsprachigen Raum macht. Denn obwohl 2,5 Millionen Menschen mit türkischen Wurzeln in Deutschland leben, ist der kulturelle Facettenreichtum des Landes bei den Deutschen wenig bekannt. Gemeinsam mit Steffen Kopetzky und Elena Krüskemper hatte der Bonner Intendant Klaus Weise im Vorfeld die Türkei bereist und sich vor Ort für die Auswahl zum Biennale-Programm inspirieren lassen.
Der türkische Schriftsteller Zülfü Livaneli sprach im Eröffnungsvortrag über die spannungsreiche Gegenwart der Türkei zwischen Orient und Okzident, Säkularismus und der Verwurzelung im islamischen Glauben. Obwohl dringend notwendig, werde der Dialog zwischen den Gruppierungen immer dürftiger – eine Entwicklung, die Livaneli mit Sorge betrachtet. An besorgten Blicken in die Zukunft, dunklen Vorahnungen und apokalyptischen Visionen mangelte es auch nicht in den türkischen Bühnenstücken des Festivals. Die von Livaneli angesprochene Sprachlosigkeit formulierten eine Reihe der Biennale-Aufführungen.
(…)
Mord, Macht und Manipulation
Am Ende aller Verständigung sind auch die Figuren in «Die Katastrophe von Riçird III» (Riçird Faciasi) der Theatergruppe Tiyatrotem aus Istanbul angelangt: Ein Dialog findet nur mit den direkt angesprochenen Zuschauern statt. In der Tradition des öffentlichen Märchenerzählens des türkischen Volkstheaters wird die Geschichte von Richard III. frei nach Shakespeare erzählt. Fünf Dschinn, nach islamischer Auffassung intelligente Dämonen und Geister, spielen und kommentieren teilweise mit Hilfe einer Marionette aus Pappmaché die Geschichte des skrupellosen Königs. Die Dschinn bewegen sich wie Automaten, ihre Rollen sind so austauschbar, wie es auch die der Marionette ist. Ganz emotionsfrei wird die Geschichte um Mord, Macht und Manipulation so nachgestellt, als handle es sich um alltägliche Mechanismen.
(…)
Nachdem der Vorhang zum letzten türkischen Beitrag des Festivals gefallen ist, hat auch die in Bonn inzwischen lang etablierte Biennale, wie es derzeit aussieht, ihr Ende gefunden. Die Zuschüsse der Regierung, die der Stadt Bonn zum Ausgleich für den Umzug nach Berlin für den Kultur-Etat zur Verfügung gestellt wurden, laufen aus. Andere Geldgeber wären denkbar, aber die Bonner Kulturpolitik steht ganz im Zeichen Beethovens und des geplanten Festspielhauses. So wurde die Biennale sang- und klanglos verabschiedet. Was umso bedauerlicher ist, als das Festival nicht nur eine überaus erfolgreiche Institution weit über die Grenzen Bonns hinaus war. Die Biennale war auch ein Fenster zur Welt, das Bonns Image als Uno- und Kulturstadt am Rhein weiterhin gut zu Gesicht stünde. Der Bonner Intendant Klaus Weise will um den Erhalt der Biennale kämpfen – es ist zu hoffen, dass er dabei nicht auf verlorenem Posten steht.
Marion Löhndorf
Neue Zürcher Zeitung
23. Juni 2008,

Türk sanatının Bonn çıkarması
14-22 Haziran’da gerçekleştirilecek Bonn Bienali’nin bu yılki başlığı “Boğaziçi”… Bienal yönetimi bu seçimin nedenini, “Sanatseverlere klişelerin ötesinde bir Türkiye’yi tanıtmak” şeklinde açıklıyor
Federal Almanya Cumhuriyeti’nin başkenti Bonn,1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra dünya siyaset sahnesindeki önemini kaybetti. Ama bugünlerde Bonn’da dünyanın dört bir yerinden gelen siyasetçiler yerine sanatçılar buluşuyor. Bienalle Bonn/Bonn Bienali, 2004’te New York, 2006’da Hindistan’ı konuk ettikten sonra bu yıl kapılarını Türk sanatçılara açıyor. 14-22 Haziran arasında gerçekleştirilecek bienalin başlığı ise “Bosphorus / Boğaziçi”.
(…) Böylece 9 gün boyunca bir kültürü örnekleyen pek çok ürünün Avrupa seyircisiyle buluşması planlanıyor. (…)
Açılış Livaneli’den
14 Haziran saat 15.00’te Zülfü Livaneli’nin Opernfoyer’de yapacağı açılış konuşmasıyla başlayacak olan bienale Devlet Tiyatroları “Uyarca”, “Yangın Duası”, “Kafkas Tebeşir Dairesi”, İstanbul Halk Tiyatrosu “Can Tarlası”, Studio Oyuncuları “Euridike’nin Çığlığı”, Ve Diğer Şeyler Topluluğu “Son Dünya”, Tiyatrotem “III. Riçırd Faciası” (…) gerçekleştirecekler.
MİLLİYET KÜLTÜR SANAT SERVİSİ

– Biennale Bonn: Bosphorus 2008, 14 Haziran Cumartesi başlayacak ve tiyatro, dans, müzik, edebiyat, sinema ve güzel sanatlar gibi hemen hemen bütün sanat dallarından temsilcilerimizi Almanya’yla buluşturacak.
Programda kimler var şöyle bir bakalım:
Tiyatro ve dans alanında Devlet Tiyatroları ve Balesi önemli bir yer alıyor ancak onlar dışında da birçok özel topluluk Bonn’da sahne alacak. Liste o kadar iyi ki birini atlamak diğerine ayıp olur. Tiyatro Tem’in III.Richard Faciası, Şahika Tekand yönetimindeki Studio Oyuncuları’nın Oidipus üçlemesinin sonuncusu Evridike’nin Çığlığı ve benim favori oyunum 5. Sokak Tiyatrosu’dan Ashura gözümüze çarpanlardan. Aydın Teker’in koreografisini yaptığı harS, Çıplak Ayaklar Kumpanyası’dan Mehmet Barış’ı Seviyor ve Tal Dans’dan Graf ise dans başlığı altında dikkati çekenler. Bu grupların birçoğu Mayıs ayında gerçekleşen 16. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde de yer almıştı. (…) Bienalin bu kadar önemli olmasının sebebi Türkiye hakkında olması değil. Bienal koseptinde de belirtilen amaç, modern Türk sanatını tanıtarak Türk kültürü ve Türkler hakkında Alman ve Avrupalıların zihinlerine yerleşmiş olan önyargıları kırmak. Bu seneki Bonn Bienali, Avrupa kültürüyle ortak noktalarımızı ve farklılıklarımızı ortaya koyarak gelecekte Avrupa Topluluğu içerisindeki yerimizin ne olacağını, Avrupalılara – özellikle Avrupalı gençlere – neler katabileceğimizi ve ilerde topluluk içerisindeki rolümüzün ne olacağı sorularını soruyor; Türkiye’nin kimliğini belirlemeye çalışıyor. (…)
GÜNDEM > İNTERNET ÖZEL
W. Leimer

– BEŞ OYUNCU BİR DE KUKLA
Tiyatrotem, geçtiğimiz sezon Shaekspeare’in Üçüncü Richard Tragedyasından yola çıkarak sahneye taşıdığı ‘Üçüncü Riçırd Faciası’ından sonra bu yıl da tiyatro tarihinin bir başka köşetaşı oyunu ‘Tartüffe’den hareketle Tartüf Bey’i bizlerle buluşturuyor. Tartüf Bey , Molière’in, danışmanlık ve eğitmenlik rolüyle bir burjuvanın evine kapağı atmış, dindar görünüşlü bir sahtekârın serüvenleri üzerine kurulu ve oynandığı ilk zamanlarda kilise tarafından yasaklanan Tartuffe adlı oyunundan hareketle, 5 oyuncu ve bir kukla için yazılarak üretilmiş bir oyun.Tiyatrotem, araştırmacı tiyatro olarak adlandırdığı bir biçimi bu projede de sürdürmekte zira geçen yıl tanıştığımız ‘usta’ adlı kukla bu projede de Orgon karakterinde karşımıza çıkıyor.Yine geçen yıl ustalarıyla birlikte oyunu anlatan beş cin, farklı kimlikleriyle sahnede hem de daha oyunbaz, daha haşarı ve anlatmaya daha hevesli!.

Çağdaş ve geleneksel tiyatro biçiminin,dramatik anlatımla harmanlandığı; anlatı ve oyunsuluk tadı her anında hissedilen bir oyun Tartüf Bey.Dramaturg ve oyunun yönetmeni Çetin Sarıkartal’ın itinayla üzerinde durduğu seyirlik anlatı, aktarıcılık, oyun duygusu ve hazzı, oyuncuların hiç düşmeyen temposuyla seyirciye ulaşıyor ve Tartüf Bey’in oynamaya aç cinleri, oynadıkları(aktardıkları) oyuna kapılıp giderken bizlere de koltuklarımızda bu keyifli yolculuğa tanıklık etmek düşüyor.(…) Burada çeviri ve metin düzenlemesinin de Tiyatrotem tarafından yapılmış olması oyuna güçlü bir ivme kazandırmış. Bir çok başarılı çeviriye imza atan Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş’ın, yönetmen Çetin Sarıkartalın da katılımıyla dinamik, keyifle dinlenen manzum çevirisi ve dramaturjiyi besleyecek en doğru sahnelerin seçildiği metin düzenlemesi, oyunun önemli silahlarından olmuş. (…) Tiyatrotem dekor, ışık, kostüm gibi öğelerde yine sade bir biçimi seçmiş.Oyunun oyuncular tarafından yakılan ve yaktıkça cinlerin oyuna dayalı dünyasını aydınlatan seyyar ışık sistemi ve cinleri numaralarla simgeleyen kostüm tasarımı oyunun görsel anlatımını başarıyla destekliyor.Birbirinin aynı olan kuklanın ve oyunun bütününün dekoruysa sahneye ve oyuna mahkum cinlerin kukladan çokta farklı olmadıkları hissini uyandırıyor.Kukla tasarım ve uygulama Şehsuvar Aktaşa ait.Oyunun görsel iletişim tasarımını Behiç Alp Aytekin yapmış. Ayşe Selen, Şehsuvar Aktaş, Nergis Öztürk, Serpil Göral ve Eren Balkan sahnede birer rol kişisi yaratmak yerine rol kişilerini canlandıran isimsiz, cinsiyetsiz, her biri farklı özelliklere sahip anlatıcı,oyuncu cinler yaratarak zor bir performansın altından başarıyla kalkmışlar.Özellikle erkek çarpmış cini canlandıran ve oyun içinde Tartüffe’ü canlandıran Şehsuvar Aktaş dil ve beden hakimiyeti ile hem cinin hem cin tarafından canlandırılan rol kişisinin hakkını başarıyla veriyor. Tartüf Bey, geçen yıl Üçüncü Riçırd Faciasını izlemiş seyirci için ayrı bir keyfe sahip.Geçen seneden aşina olduğumuz ve bizleri sahnedeki varlıklarına başarıyla ikna eden cinler yepyeni bir düzlemde, yepyeni oyunlar ve oyun kişileriyle yola devam ediyor.Tiyatrotemi ilk defa izleyecek seyirciler içinse oyun;sürprizli, yaratıcı ve alışılagelmedik bir tanışma şansı.(…)
Güray Dinçol
Birgün Gazetesi
18.01.2008

– Tartüf’ü bir yerden tanıyoruz!
(…) Elimizdeki çevirinin önemi, oyunu oynamak üzere çevirmiş bir ekip tarafından yapılmış olması. Tiyatrotem çevresinde toplanan sanatçılar Şehsuvar Aktaş, Ayşe Selen ve Çetin Sarıkartal kendi çevirilerini Kasım 2007 tarihinde İstanbul Moda’daki Oyun Atölyesi’nde sahnelemişler; kendileri de oyunda yönetmen, dramaturg, tasarımcı, uygulamacı ve oyuncu olarak görevler almışlar. Çevirmenlerin oyunun üretim sürecine organik bir şekilde dahil olması çeviride edebiyat ve tiyatro açısından bir denge oluşmasını sağlamış. Eserin orijinali manzum tarzda kaleme alındığı için Türkçeleştirilirken bu hususa dikkat edilmiş. Ölçü kaçırılmamak kaydıyla vezin ve uyak meselelerine özen gösterilerek yeni metin oluşturulmuş. Bence çok da iyi olmuş. Oyunu ne yazık ki izleyemedim. Fakat okuduğum metnin abartısız, özentisiz, sade ve etkili bir çeviriyle yapıtın ruhunu yansıtmakta başarılı olduğunu, dipnot, önsöz ve açıklamalarda gerekli hassasiyetleri gösterdiğini ve okurun eserle bütünleşmesini sağlayabildiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Bu saydığım hususlar tiyatro kitapları için ayrıyeten önemlidir. Çünkü genelde tiyatro kitaplarının okunmadığı, sahnelenecek oyunların yazılı metninin de bir yanda bulunması ya da repliklerin ezberlenmesi ve oyunların yönetilmesi için basıldığı düşünülür. Bu, oldukça zararlı ve yanlış bir kanaattir. Kişisel olarak ben, tiyatro eseri okumayı çok severim. Tiyatroya gitmenin başka, tiyatro eseri okumanın başka bir şey olduğunu düşünürüm. Elimizdeki Tiyatrotem çevirisi, klasik bir tiyatro eseri olan Tartüf’ün ebebiyat olarak okunduğunda da haz vermesini sağlamakta.Tartüf hakkındaki bu değerlendirme yazımız vesilesiyle tiyatro sanatına münhasır bir yayıncılık yapan Boyut-Mitos Yayınları’nın oyun dizisinin 269. kitabına ulaştığını, bunun da azımsanmayacak bir rakam olduğunu belirtelim. Son basılan kitaplarda sayfa genişliğinin biraz daha artırılarak daha sempatik bir forma ulaşıldığını da ilave edelim. Tiyatroya gitmemek için her zaman hazırda bir bahane bulunduran sanatseverlerimiz arasında belki büyük tiyatro şaheserlerini okumak yönünde bir eğilim belirir diye alternatif bir kulvarı da anımsatmış olalım: “Tiyatro sadece seyredilmez; okunur da!”
TARTÜF
Moliere, Çevirenler: Şehsuvar Aktaş, Ayşe Selen, Çetin Sarıkartal, Mitos-Boyut Yayınları, 2008, 104 sayfa, 8 YTL.
Hikmet Temel Akarsu
Radikal Kitap
15.02.2008

– Cin çarpmış Tartuffe
Tiyatrotem, Molière’in Tartuffe’ünü kendi yorumuyla ve kadrolu kukla Usta’nın katkılarıyla sunuyor. Molière’in Tartuffe’ünün kukla takviyeli Tiyatrotem versiyonu Tartüf Bey sahnede. Oyunda kullanılan kukla, basit bir takviyeden fazlası. Tiyatrotem, geleneği doğrultusunda yine oyunlarının altmetinlerini deşiyor. Grubun kadrolu kuklası “Usta” daha önce III. Riçırd Faciası’nda Shakespeare’in III. Richard’ı olarak seyirci karşısına çıkmıştı. Şimdi de ikinci kez bir klasik oyunda, Molière’in Tartuffe’ünde Orgon karakterinde oynatılıyor. Tartuffe’ün Tartüf Bey’e dönüşüm sürecini, çevirisi, uyarlaması dahil oyunun her aşamasına dahil olan ekiple Şehsuvar Aktaş, Ayşe Selen ve Çetin Sarıkartal’la konuştuk. Şehsuvar Aktaş’la Ayşe Selen’in oyuncu kadrosunda da olması sayesinde oyunu her yönüyle konuşabilmemiz ise bizim şansımız. (…) Erkek çarpmış olsun, cinsiyet meselesine hiç bulaşmamış olsun bir cini canlandırmak, oyuncular için ayrı serüven. Zira Şehsuvar Aktaş’ın aktardığına göre ellerinde ne sosyal ne de psikolojik bir dayanak noktası var. Ama sonrasında bir ödül var. “Oradan birçok role, birçok oyuna rahatlıkla girip çıkabileceğinizi gördüğünüz zaman eğlencesi katmerleniyor”. Çetin Sarıkartal’a göre “her oyuncudan bir cin çıkar” ama her oyuncu buna hazırlıklı mı, orası biraz şaibeli. “Bizim yaşadığımız uzun prova süreci ortaya koydu ki, o cinle karşılaşmaya herkes hazır olamayabiliyor. Çünkü belki de o sizin dediğiniz gibi insanın toplumsal cinsiyetten, iktidardan vs. farkında olmadan etkilendiği iç söylemleriyle hesaplaşmasını gerektirebiliyor. Bir kadın oyuncu erkek de oynar, kadın da oynar. Ama bir kadın oyuncu önce bir cin yaratıp o cinden kadın ve erkek oynadığında başka bir şey oluyor. Ve bu, insanın o sizin ikiyüzlülük dediğiniz şeyle çok net karşılaşmasını sağlayabilir”. Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş’ın aktardığına göre Tartüf Bey’in cinleri, sahnede etkileşim sonucu oluşturulmuş, Tiyatrotem’in ‘araştırmacı tiyatro’ prensibinin ürünleri.

Tiyatrotem, Oyun Atölyesi’nin yoğun desteğiyle gerçekleştirdiği Tartüf Bey sonrası, araştırmalarına devam edecek. Sırada Berlin’den Theater an der Parkaue ve Viyana’dan Duschungel’le beraber gerçekleştirilecek 3. Kış Akademisi kapsamında kotardıkları Nasıl Anlatsak Şunu var.
Erman Ata Uncu
Radikaliki
09.12.2007

– ııı. riçırd faciası tiyatrotem’in sahnelediği mükemmel oyun
özellikle oyuncuların efendileri olan kukla beyfendinin performansı mükemmel. eminim benim gibi herkes oyundan çıktığından o kukladan bir tane almak istemiştir. böyle bir şey yapsalardı çok güzel bir düşünce olurdu bence. william shakespeare ııı. richard ‘ ın böyle sahnelendiğini görse kendisine çok beğenirdi herhalde. tam anlamıyla modern bir oyun. tiyatro seviyorsanız görmeniz gerekir bence.
aydil
14.11.06

– çetin sarıkartal rejisiyle üçüncü riçırd faciası adlı oyunu shaekspeare’in üçüncü richard oyunundan esinlenerek kukla, gölge oyunu gibi farklı tekniklerle sahnelemektedirler. yetişkinler için kukla tiyatrosunun ülkemizdeki en önemli temsilcisi diyebiliriz. kukla evreninin, oyuncu kukla ilişkisinin sahne üzerine oldukça güzel sirayetidir. oyun atölyesinde pazartesi günleri temsilleri izlenebilir. ülkemizde çok geri olan kukla tiyatrosunu ayakta tutmaya çalışan, nitelikli işlerle kukla’nın anlatımdaki sonsuz olanaklarını zorlayan nitelikli bir ekiptirler. izlensin deriz….
23.12.2006

– Şehsuvar Aktaş ve Ayşe Selen tarafından 2000 yılında kurulan Tiyatrotem, son oyunları Üçüncü Riçırd Faciası ile arz-ı endam ediyor ve kanımca bu yılın en önemli tiyatro olaylarından birine imza atıyor. Çetin Sarıkartal yönetmenliğinde; Şehsuvar Aktaş, Serpil Göral, Kıvanç Kılınç, Nergis Öztürk ve Ayşe Selen’in rol aldığı oyunun görsel tasarımıysa Behiç Alp Aytekin’e ait. (…) Usta adlı kukla ve onun öğrencileri, oynatıcıları, kâbusundaki cinler olan oyuncularsa meddahlık, anlatıcılık, klasik oyunculuk gibi türler arasında dolaşarak zor bir performansın altından başarıyla kalkıyorlar. Kuklanın oyuncuları, oyuncuların kuklayı oynattığı bir ibret hikâyesine dönen anlatı, alışık seyirliğin dışında bambaşka bir tiyatro serüvenine davet ediyor seyircisini. Kişisel hırsların ve iktidar tutkusunun kişiyi nasıl merhametsiz bir suç makinesi haline getireceğini evrensel bir dille anlatan Shakespeare’in metnini, Usta’nın zaaflarına ve tutkusuna kapılışıyla yepyeni bir boyuta taşıyan oyunun yönetmeni Çetin Sarıkartal’la oyun üstüne söyleştik.
Guray Dınçol
Birgün Gazetesi
19.04.2007

– Tiyatro TEM ve III.Riçırd Faciası
Tiyatroseverlerin dikkatini, birkaç bakımdan çok yararlı bir proje ve çok başarılı bir çalışma olarak Tiyatro Tem’in III. Riçırd Faciası adlı oyununa çekmek isterim. Tiyatromuzun uluslararası arenaya özgün bir kimlikle çıkması üzerinde ısrarla duranların, bize özgü geleneksel seyirlik oyunlarımızdan gerektiği gibi yararlanılmamasından yakındıklarını biliyoruz. Öte yandan, uzun bir süre gelişimini sürdürememiş olan bu oyunların günümüzün tiyatro beğenisine yanıt vermediği de açık bir gerçektir. Bu bağlamda Tiyatro Tem’i, öncelikle, bugüne kadar sergilediği oyunlarla, ortaoyunu, gölge oyunu ve kukla geleneğinden yola çıkarak çağdaş tiyatro anlayışına doğru örnekler oluşturacak bir çalışma içinde olduğu için kutluyorum ve bundan önce sahnelenen Lahana Sarma adlı gölge ve kukla oyunu ile Alfred Jarry’in Kral Übü adlı oyunundan uyarlanan Alem Buysa adlı oyunlarını da dikkate alarak, tiyatromuzun, her yaştan seyirciye yönelen önemli bir topluluğu olarak değerlendiriyorum. III.Riçırd Faciası’nda, sahnelenmesi ve izlenmesi hiç de kolay olmayan ünlü bir Shakespeare oyununun, trajik boyutu gözardı edilmeden, özü bozulmadan, eğlendirici olduğu kadar düşündürücü bir kukla oyununa dönüştürülmüş, yeni bir kukla anlayışıyla sahnelenmiş olduğunu görüyoruz. Bu özellikleriyle oyun, yalnızca tiyatro yaşamımıza yeni bir katkı değil, metin seçimi, düzenlemesi, sahne uygulaması ile bütünüyle yararlı ve başarılı bir çalışmadır. (…) Shakespeare’in bol olaylı, karmaşık konulu tragedyası düşündürücü ve eğlendirici bir kukla oyununa dönüştürülürken ana temanın bireysel ve toplumsal boyutlarına sadık kalınarak seçme, özetleme, açıklama, yorum yapmaya dayalı bir düzenleme yapılmıştır. Başta Çetin Sarıkartal olmak üzere, Tiyatro Tem’in kurucuları Şehsuvar Aktaş ve Ayşe Selen, bu trajik boyutlu Shakespeare oyunundan, onun düşündürücü ve korkutucu özünü bozmadan yeni bir eğlendirici bir metin üretmişler, başarılı bir dramaturgi çalışmasıyla bu metnin eleştirel bakışla değerlendirilebilmesini, aşırı tutkunun korkutucu boyutunun algılanmasını sağlamışlardır. III.Riçırd Faciası’nın oyunculuğunda da yalın olduğu ölçüde titiz bir uygulamaya tanık oluyoruz. Ayşe Selen, Şehsuvar Aktaş, Serpil Göral, Kıvanç Kılınç, Nergis Öztürk’ten oluşan oyuncu kadrosu insan kuklaları ustalıkla canlandırıyorlar. Oyunculuk anlayışına, tavırda tutarlılık, açık seçiklik, yalınlık ve şakacı bakış açısı egemen. Shakespeare’in oyunundan seçilmiş kimi sahnelerin kuklalaşmış insanlar tarafından aslına uygun olarak canlanırılması, ana rollerin farklı oyun kişilerine bölünerek oynanması, araya Usta’nın duygusal tepkisinin , ya da etik yorumunun girmesi bu etkileyici sahnelerin de uzak açıdan seyredilip değerlendirilmesini ve sağlıklı bir eğlence üretilmesini sağlıyor.
Kötücül gücün korkutucu boyutunu, oyunun yalnızca seyircisi olmanın bilinci ve güvencesi altında gözlemlemenin tehlikesiz keyfini yaşatan III Riçırd Faciası’nı mevsimin en başarılı çalışmalarından biri olarak görüyor, oyunları, ulusal ve uluslararası festivallerde takdirle karşılanan Tiyatro Tem’i, kukla tiyatrosuna getirdiği yenilik ve çalışmalarındaki özen için kutluyorum.
Sevda Şener
Radikal 2
27.05.2007

– Toplumsal Tarih Dergisi, 160. Sayı, “Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş’la Tiyatro, Gölge Oyunu, Kukla Tiyatrosu Üzerine, DRAMANIN GELENEKTEN ALACAĞI VAR MI?”, S.: 82-87, Nisan 2007

– “tiyatrotem zengin ama zorlu bir mirası sırtlamış, yola çıkmış, anlatacakları, oynayacakları, oynatacakları var. (…) Tekinsiz bir ara biçim alanında seyircisine Bakhtin’in yaklaşımıyla karnaval kahkahaları attıran ‘Alem Buysa Kral Übü’ hiç kuşkusuz çağdaş bir metindir. (…) Hep konuşulan ulusal tiyatro konusunda, tarihsel süreç içinde bize ait olan ile ifade araçlarının kullanımının çağdaş kaygılarını harmanlayan bir duruşla bir deneme sunar tiyatrotem yapımları.”
Doç.Dr.Selda Öndül
Goethe Ensitüsü, Ankara Seminer Dizisi
Ocak 2006

– “Tiyatrotem’in 2000 yılından beri yürüttüğü çalışmaları Türkiye’de sessiz sedasız, davet aldığı yurt dışındaki festivallerde ise eleştirmenler tarafından gümbür gümbür karşılanıyor. Topluluk ‘Lahana Sarma’ ve ‘Böyle Devam Edemeyiz’den sonra ‘Alem Buysa Kral Übü’ adlı gösterisiyle seyircilere özlemini çektiğimiz bir gölge oyunu, daha doğrusu ‘hayal oyunu’ sunuyor. (…) ‘Alem Buysa Kral Übü’ye, daha önce tiyatrotem’in hiçbir çalışmasını izlememiş olarak, dolayısıyla neyle karşılaşacağımı hiç bilmeden gittim. Sanırım izleyen herkes benim gibi hissediyordu: Daha önce belki hiç izlememiş, ama bir yerlerden çok aşina gelen bir hayal oyunu izliyorduk. Oyun bitiminde, seyirciler eğlenceli bir gösteri izlemenin verdiği keyifle salondan çıkarken, gözlerini kenarda dinlenen kuklalardan/tasvirlerden alamıyordu.”
Ani Haddeler
Time Out Istanbul
Mart 2005

– Haziran 2007 Viyana/Multikids Festivali’nden sonra çıkmış bir eleştiri yazısı (Böyle Devam Edemeyiz üzerine)
Vorstellungskritik
„Was passiert, wenn die Spielfiguren plötzlich die Welt außerhalb ihres traditionellen Schattentheaterrahmens entdecken (müssen)? tiyatrotem verarbeitet diese einfache Grundidee in „Böyle Devam Edemeyiz“ in einem furios-selbstkritischen Umgang mit türkischer Tradition und Sprache. Auffallend war der unerwartet starke rhythmische Aspekt der türkischen Sprache — bemerkenswert ist auch, dass etliche anwesende Kinder türkischer Herkunft ihren SchulkollegInnen gleich voller Stolz die Schlüsselszenen simultan über-setzten! Die beiden Protagonisten verließen, nachdem sie sich von ihren Gebieterinnen befreit hatten, ihre Schattenschirme, und zur Überraschung aller wurden aus den farbigen Flachfiguren schwarz-weiße Figuren, die die neuen Räumlichkeiten auf der Bühne in allen denkbaren Dimensionen untersuchen. Eine durchdachte Dramaturgie, die es auch ohne Sprachverständnis erlaubte, die Geschichte mitzuverfolgen.“

– “tiyatrotem Dublin’de…
tiyatrotem “Böyle Devam Edemeyiz” gölge-kukla oyunuyla Dublin’de yapılacak kukla festivaline konuk oluyor.”
Şehnaz Pak
Radikal
Ekim 2004

– We Can’t Go On Like This
The annual international puppet theatre festival, hosted by the Lambert Puppet Theatre in Monkstown, has always been instructional as well as entertaining. Puppetry is a truly traditional form of stagecraft, and each country has its own form and style. The Turkish company Tiyatrotem bases its work on shadow theatre, popular improvisational theatre and storytelling. The story is related by two storytellers/puppeteers, Sehsuvar Aktas and Ayse Selen, and is about two women who live at opposite ends of the land with their two servants. They hugely overeat, and keep their servants busy cooking to sate their endless appetites. Then one day they simply burst. Thus freed, the servants begin, literally, to have a ball. But they leave their shadow screens and become lost in a world of circus and more. Looking for their way home, they find other unfamiliar and menacing screens, even venturing out among the audience. But it all ends happily. This is all conveyed with fun and transparency; even though the language used is Turkish, words are minimal. The visual content is strong and easily absorbed. Although framed for adults, this show has a beguiling simplicity and charm that appeals to all ages.
Gerry Colgan
© The Irish Time
October 2004

– “Oyun (Alem Buysa Kral Übü), konukların kaldığı Holiday Inn otelinin salonlarından birinde, sadece festival grubuna açık bir özel gösterim olarak sunuldu. (…) Salona girdiğimizde, oyun başlamadan önce, grubun oyunla ilgili malzemeleri sergiledikleri standlarla karşılaştık. Bir masanın üstünde; oyunun afişi, İngilizce ve Türkçe olarak sunulan tanıtım kâğıdı ve Mitos Boyut yayınlarından çıkan oyun çevirisi vardı. Diğer masada oyundaki gölge oyununda kullanılan tasvirlerin aydıngere yapılmış çizimleri bulunuyordu. Bu çok basit, ama özenle yapılan ve seyirciyi oyuna hazırlayan düzenleme beni etkiledi. Grubun, işlerini gerçekten ciddiye aldıklarının bir göstergesi olduğunu düşünüyorum. (…) oyunculuk performasından anlatım biçimine, görsel malzemenin kullanımından salon girişine kurulan standlardaki sunuma kadar çok özenli ve kayda değer bir çalışma olduğu kanısındayım.”
Devlet Tiyatroları, web sayfası
Ekim 2004

– “Devamı Brezilya’da…
tiyatrotem, “Böyle Devam Edemeyiz” gölge-kukla oyunuyla, Brezilya’ya konuk oluyor.”
Şehnaz Pak
Radikal
Haziran 2004

– “Festival de Bonecos se encerra hoje…
Hoje é o ultimo dia para pirticipar da ediçao 2004 do Festival Espetacular do Teatro de Bonecos. Os turcos sao o destaque deste domingo, com a peça Böyle Devam Edemeyiz, que se traduz por Como Posso Continuar Assim. E a historia, contada com o teatro de sombras, de duas mulheres comilonas que vivem na terra do repolho com seus serviçais, obrigados a cozinhar ininterruptamente.(…)

“Kukla Festivali bugün sona erdi…
Bugün 2004 Kukla Tiyatrosu Festivali’ne katılımın son günüydü. Türkler, Böyle Devam Edemeyiz oyunuyla bu pazar gününün en göze çarpan ekibiydi. Hikaye, kendilerine durmaksızın yemek pişirmekle yükümlü hizmetçileri ile beraber lahana tarlasında yaşayan iki obur kadını gölge oyunu tarzında anlatmakta…”
Gazeta do Povo
Temmuz/July 2004

– ”…hikayedir bunun adı, söylemekle çıkar tadı, oyundur bunun adı, oynamakla çıkar tadı…”
Bu replikler, Tiyatrotem’in bu sezon başından itibaren sahnelenmeye devam eden son oyunları ALEM BUYSA KRAL ÜBÜ’den… Şu an Fransız Kültür Merkezi ‘nde sahnelenmeye devam eden oyun, absürd tiyatronun öncüsü ünlü Fransız tiyatrocu Alfred Jarry’nin Kral Übü oyunundan uyarlanmış. Tiyatrotem tarafından gölge oyunu, tekerleme ve anlatı geleneklerinin bir birleşimi olarak tasarlanan bu uyarlamada Şehsuvar Aktaş, Bilge Gültürk ve Ayşe Selen, hem gölgeleri oynatıyor hem kendileri oynuyorlar. Ve dedikleri gibi sahne üstünde olmanın tadını sonuna kadar çıkarıyorlar. Oyundan aldıkları keyfi izleyiciyle tüm samimiyetleriyle paylaştıkları için de ortaya tadına doyulmaz bir seyir çıkıyor. Oyunda gölge oyununda kullanılan, deri ve kartondan yapılmış tasvirlerin tasarımı Şehsuvar Aktaş’a ait. Yapımı ise Ayşe Selen, Çetin Sarıkartal ve Şehsuvar Aktaş ortak olarak üstlenmişler.
Gülay Çıtak
Tiyatronline
Kasım 2004

– “Böyle Devam Edemeyiz…
Kukla festivali kapsamında gösterilen ve gölge tiyatrosuna Türkiye’den çok başarılı bir selamlama sayılabilecek oyun, masal ve rüyalardan yola çıkılarak oluşturulmuş çılgın ve uçuk kaçık bir tekerleme. Çok da keyifli bir konusu var. (…) tam unutulmak üzereyken son zamanlarda, tüm dünyada yeniden moda olmaya başlayan ve fanatik bir hayran kitlesi edinen bu sanat dalını merak edenlere, böylesi eğlenceli ve matrak bir gösteriyi kaçırmamalarını öneriyoruz.”
internet ortamında bir eleştiri yazısı
Mayıs 2004

– “Bursa Uluslarası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali’nin dokuzuncusu (…) 2-8 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirildi. (…)Tiyatrotem tarafından yalnızca katılımcılara gösterilen ‘Alem Buysa Kral Übü’, geleneksel tiyatromuzun zenginlikleriyle ve anlatım olanaklarıyla modern bir öykünün nasıl sunulabileceğini gösteren deneysel bir çalışmaydı. Meddah ve Karagöz’ün anlatımsal zenginliği, göstermeci üslubu, çağdaş bir bakış açısıyla da buluşunca, ortaya çıkan bize özgü, zengin ve eğlendirici bu çalışma beğeniyle izlendi.”
Nurhan Tekerek
Tiyatro Tiyatro Dergisi
Kasım 2004

– “tiyatrotem’in, Türk halk tiyatrosu gelenekleriyle yeniden yorumladığı ‘Alem Buysa Kral Übü’, Istanbul ve Bursa’dan sonra Ankara seyircisinden de tam not aldı.”
Bugün
Kasım 2004

“tiyatrotem sıradışı yeni bir oyun sahneye koyuyor. ‘Alem Buysa Kral Übü’ adını taşıyan oyun, gölge oyunu, tekerleme ve anlatı geleneklerinin bir bileşimi olarak tasarlanmış.”
Hürriyet
Kasım 2004

– “Olumlu Bir Örnek tiyatrotem’den…
Karagöz’ün adına yapışıp kalmadan iki yeni karakter yaratıp gölge oyununu ve karakterlerini perde dışına iki boyutlu figürlere taşıyan Şehsuvar Aktaş ve Ayşe Selen’in çalışmaları gerçekten takdiri hakediyor. (…) Bu çalışmanın çağdaş ve kalıcı bir deneme olduğunu düşünüyorum.”
Haluk Yüce,
Tiyatro Tiyatro Dergisi
Nisan 2004

– Bu haftasonu çok hoş bir rastlantı sonucu çok güzel ve iç açıcı bir oyun gördüm. Doğrusunu söylemek gerekirse uzun zamandır “ne yapmalı ne etmeli, hangi oyunu gidip görmeli” diye kendi kendime tekerliyordum. Ortalıkta oyun var olmasına ama biraz seçici davranmaya kalktığınız zaman, şöyle kendi kendisinin farkında olan, yaptığı sanatla bir derdi olan, bir hesaplaşma içinde olan bir şeyler izlemek isterseniz, şu anda Istanbul sahnelerinde yaşanan ortamda durumunuz kötü. Neyse ki “Böyle Devam Edemeyiz” diyor birileri. Bu birileri de Bilsak Tiyatro Atölyesi’nden, tiyatrotem ve Lahana Sarma’dan tanıdığımız Şehsuvar Aktaş, Bilge Gültürk ve Ayşe Selen. Oyunlarının adı “Böyle Devam Edemeyiz”. Broşürlerinin üzerinde oyunun bir perdelik olduğu ve her yaşa hitap eden bir gölge-kukla oyunu olduğu yazıyor. Ben oyunu bu haftasonu Oyun Atölyesi’nin Moda’daki sahnesinde gördüm.
Tiyatroya biraz erken gitmişim. Fuayedeki kafede oturup bir çay içtim. Dergiler vardı. Onlara baktım. Roll dergisine bir göz atarken içinde Federico Fellini’den yapılmış bir alıntı dikkatimi çekti. Burada sizinle paylaşmak istedim. Fellini Usta şöyle demiş:

“Bir tiyatro gösterisinin en çok gösteri öncesini seviyorum: fuayeyi, yer gösteren çocukları, bir-iki dostu selamlamayı, locaları, zil seslerini, perdenin açılışını…Ama birisi sahnede görünür görünmez ya da konuşmaya başlar başlamaz dayanılmaz bir kaçma isteği duyuyorum.” (…) Kafamda böyle düşünceler dolaşırken, bir baktım oyunun saati gelmiş. Diğer seyircilerle birlikte salona girdim. Seyircilerin çoğunluğunu çocuklarını tiyatroya getirmiş anne-babalar oluşturuyordu. Çocukların yaş ortalaması daha çok okul öncesi grubuna denk düşüyordu. Hepimiz yerlerimizi alırken, bir baktık sahnede de bir hareket var. Sahne darmadağın olmuş, iki oyuncu bir acele, bir telaş, ortalığı toparlıyorlar. Bir yandan da bizimle tanışıyorlar. Herkes hazır olduğuna göre oyunu başlatacaklar. Ve salonun ışıkları sönüyor. Hepimiz pür dikkat olduk, izliyoruz. Daha ilk baştan, Fellini’nin bahsettiği sınırlarda bir erime olmuş. Sahne ve salonun gerçekliği, içerisi ve dışarısı, sahnedeki onlar ve koltuklardaki bizler birbirimize girmişiz sanki. Oyun başlıyor ama sahnede aslında iki tane oyun var. Birinci oyunda tekerleyenler yani Şehsuvar ve Ayşe başrolde, ikinci oyunda ise onların oynattıkları kuklalar, yani Dümteka ve Tavtati. Bunlar birbirlerine bitişik evlerde oturan Herşeyiyer Hanım ve Boliştah Hanım’ın hizmetinde çalışan Aşçıuşakhizmetçi, her eve lazım iki kuklaymış. Bir gün evlerin hanımları çok yemekten patlayınca, Dümteka ve Tavtati başalarına buyruk oluyorlar. Ve bir bakıyorlar ki hayal perdesinin dışına çıkmışlar. İki kuklanın, kukla perdesinden dışarı fırlayıp, oyuncuların elinde çıtaların ucunda devinen cansız kağıt bebeklere dönüştükleri an gerçekten olağanüstü bir dramatik kırılma anı yaşatıyor. Ben o noktada tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Kuklalar kukla perdelerinin dışına çıkıp önce iki perdeyi birbirinden ayıran, kuklacıların malzemelerini arkasında saklayan masanın üstüne geliyorlar. Sonra hızlarını alamayıp, bir de sahnenin üstüne geliyorlar. Hem kendilerini, hem de birbirlerini kaybediyorlar. Kuklaları oynatanların kendileri de sanki birer kukla gibi tiyatro denen o imgelem mekanizmasının elinde oyuncak olmuşlar. Arasıra kuklalar kendilerine başka perdeler, başka dünyalar buluyorlar. O zaman eğlenceli bir müzik oluyor. İnsan kendini kaybediyor. Fakat eğlence hep bitiyor. Hep bir boşluğun içine düşüyoruz. Hatta sonunda kuklalardan birisi taa salonun en ucunda, ışık odasından gelen bir ışığa doğru hareket etmeye başlıyor. Seyircilerin arasına dalıyor. O noktada küçük seyircilerden biri feryadı basıyor. Gerçekten korkutucu bir an. Kurduğumuz hayal dünyaları birer birer yıkılıyor. Kuklanın gerçekliği yerle bir oldu. Ya kuklacıyı da kaybedersek? Birdenbire bir rüzgar çıkıyor. Bütün dekor, kukla perdeleri, herşey yerle bir oluyor. Bütün gerçeklik, kuklaların cansızlığı, kuklacıların zavallılığı herşey ortaya çıkıyor. Küçük seyircilerin de artık dikkati dağılıyor zaten. O zaman “Böyle Devam Edemeyiz” diyor oyuncu. “En iyisi şarkı söyleyelim”. Ve eğlenceli müzik tekrar başlıyor. Bu oyun sanatçının kendisiyle ve yaptığı işle tutuştuğu hesaplaşmaların ve yaşadığı çok güçlü kırılmaların sonucunda ortaya çıkmış bir iş. Dedikleri gibi her yaşa ama öncelikle okul çağına ve özellikle de yetişkinlere hitap ediyor.
Aslı Mertan
Açık Radyo, Açık Perde
06.01.2003

– TEM YAPIM’DAN ÇOCUKLAR İÇİN KEYİFLİ BİR OYUN: “BÖYLE DEVAM EDEMEYİZ”
(…) Oysa çok basit bir konu ve anlatımla, temiz bir oyunculukla basit, ama doğru bir iki dekor ve kostümle çok güzel bir şekilde çocuklara ulaşılabilir ve yetişkinler de çocuklar kadar mutlu ayrılabilirler salondan. Geçtiğimiz günlerde izleme olanağı bulduğumuz Tem Yapım’ın sunduğu gölge-kukla oyunu “Böyle Devam Edemeyiz” böylesi bir oyun. Grup, çocuklara bir şeyler öğretme kaygısı duymadan, belli bir estetik içinde basit bir konu, güzel bir anlatımla çocuklara güzel bir 45 dakika geçirtiyor. (…) Çocuk oyunlarında sıkça karşılaştığımız didaktizm tuzağına düşmeden, uzun uzadıya anlatma, güldürme ve eğlendirmeye çalışma gibi kaygılar taşımadan, özellikle İtalyan sahneye yerleştirilmiş bir gölge oyunu düzeneğinde çocukların ilgisini uzun süre çekmek gerçekten kolay değil. (…) Oyunun bitiminde isteyen çocukların kendiliklerinden sahneye gelerek kullanılan malzemeleri incelemeleri, yakından görmeleri bence oyunu güzel bir şekilde tamamlayan son nokta idi. Emeği geçen herkesin eline sağlık..
Nihal Kuyumcu
Tiyatro Tiyatro Dergisi
Mart 2003

– 6-11 Ekim 2003 tarihleri arasında Bursa’da düzenlenen ve tiyatrotem’in Böyle Devam Edemeyiz adlı oyunuyla katıldığı 8.Bursa Assitej Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali gözlemci raporlarından:

BURSA 8. ULASLARARASI ÇOCUK VE GENÇLİK TİYATROLARI FESTİVALİ
Çağdaş Drama Derneği’den gelen bilgi dahilinde 9-11 Ekim 2003 günleri Bursa’daki festivalinizde gözlemci olarak görevlendirildim. (…) Bursa’da olduğum sürece Rusya’dan gelen grubu, Istanbul’dan gelen Tiyatrotem ve Tiyatro Tiyatrosu gruplarını ve Ankara’daki Tiyatro Tempo’nun çalışmalarını görebildim. (…) Tiyatrotem’den Şehsuvar ve Ayşe ile ilk kez tanıştım. Oyunlarını izlemeye girdiğimde heyecanlı, kalpleri pır pır eden ve misafirleri için (ki bizlerdik) iyi şeyler yapmaya çalışan imi ev sahibi gibiydiler. Böyle karşılanmış çok hoştu. Oyunlarını bir masal gibi algıladım. Masalın içinde birbiri ardına devam eden komik tekerlemeler vardı. Kuklaların hem perde arkasında, hem dışında olmaları ve büyük boyutlu kuklaların gezintiye çıkması en çok beğendiğim ögelerdi. Çocukları düşünerek izledim. Çünkü onlar için bu ögeler değişik ve eğlenceli gelir. Biz büyükler bile ne çok güldük. Perde arkasında ev sahiplerinin “yesem yesem doymasam” diyerek yedikçe şişmeleri ve patlamaları sürpriz oldu. Çok sistemli ve çok eğlenerek oyunlarını sürdürdüler. Bu hallerine hayran kaldım. Eminim ki oyunun hazırlık sürecinde çok emek, zaman harcandı ve denemeler yapıldı. (…)
Meryem Akın Temiz
Çağdaş Drama Derneği
Festival gözlemcisi

– 8. BURSA ÇOCUK VE GENÇLİK TİYATROLARI FESTİVALİ RAPORU
(…)Böyle Devam Edemeyiz/tiyatrotem(…) yaratıcı buluşlarla bezenmiş bir reji. Doğaçlamaya yatkınlıklarına karşın derhal oyuna dönmesini bilen, usta oyuncular, kukla kullanımı…
Kemal Başar
Ankara Devlet Tiyatrosu Sanatçısı
Festival Gözlemcisi

– 23-30 Eylül 2003 tarihleri arasında Torino/İtalya’da düzenlenen ve tiyatrotem’in Lahana Sarma adlı oyunuyla katıldığı Festival Internationale del Teatro di Figura ile ilgili gazete haberlerinden:
(…) alle 22.30 il turco Tiyatrotem, presenta “Lahana Sarma”, ovvero “Il cavolo”, storia di una donna di famelico appetito: in scena, una conbinazione di teatro d’ombre e marionette.(…)

(…) Türkiye’den tiyatrotem saat 22.30′da “Lahana Sarma” adlı oyunu sunacak, iştahı bol olan bir bayanın hikâyesi: gölge tiyatrosuyla kukla tiyatrosunun bir karışımı. (…)
Silvia Francia
La Stampa
21 Settembre 2003

(…) Arrivano anche la compagnia turca Tiyatrotem con la sua ricerca che fonde antico e moderno; (…)

(…) Türk topluluğu tiyatrotem de, eski ve modern temellere dayanan bir araştırmayla geliyor. (…)
Franca Cassine
Torinocronaca
23 Settembre 2003

(…)Per festeggiare i dieci anni dell’originale rassegna, sono chiamate a raccolta le compagnia di grande tradizione marionettistica come la turca tiyatrotem… (…)

(…) Bizleri özgün çalışmaların onuncu yılını kutlamak için Türk tiyatro topluluğu tiyatrotem, Macaristan’dan Ciroka, Avustralya’dan Richard Bradshaw ve Macri kuklaları gibi büyük kukla tiyatrosu geleneğinin topluluklarından oluşan bir hasada çağırıyorlar (…)
QuiTouring
Settembre 2003

– (…) Bir Istanbul kuruluşu olan tiyatrotem’in sunduğu Lahana Sarma’ya gelince… Ayşe Selen’in yazdığı, tasvir/kukla tasarımını Şehsuvar Aktaş’ın yaptığı bu gölge-kukla oyunu, 07-97 yaş grubuna sesleniyor. İki oyuncunun -Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş’ın- hem ‘oynayan’ hem de ‘oynatan’ işlevini yüklendiği gösteri üç boyutlu bir anlatım düzlemine yerleştirilmiş. İki müthiş ‘obur’ olarak tanıtılan Herşeyiyer Hanım ile Boliştah Hanom’ın iki uşağının hanımlarının aşı için soğan ve sarımsak arama serüveni içinde yaşadıkları, ‘gölge’ oyunu, kukla ve oyunculuk düzleminde ve müzik eşliğinde dile getiriliyor. Gölge oyununda kullanılan tasvirlerin ‘kuklalar’a dönüşmesi, ‘oynatanlar’ın ‘oyuncu’ varlığının görsel olarak da yansıması, bu keyifli çalışmayı oluşturan yaratıcılığın ve becerinin zengin oylumunu da gösteriyor.
Gelenekseli klişeleştirmeyen çalışma
Selen-Aktaş ikilisinin yaratımı, tiyatromuzun ‘geleneksel’ini değerlendirmekle birlikte, klişeleşmiş hiçbir geleneksel ögeye abanılmadan kotarılmış bir çalışma. Bu nedenle ‘yenilikçi’ olmayı başarıyor. ‘Yenilikçi’ olmayı hedeflerken ‘sevimsiz’ olma tehlikesi her zaman vardır. Selen-Aktaş ikilisinin yaratıcı zekası, almış olduğu ‘katmerli’ tiyatro eğitimi ve oyuncu kişi karizması böyle bir tehlikeyi yanına bile uğratmıyor. (İkisi de öğrencim olduğu için ayrıca seviniyorum.)
Tiyatrotem’in ikinci oyunu olan ‘Böyle Devam Edemeyiz’i ne yazık ki izleyemedim. ‘Lahana Sarma’dan daha da çarpıcı olduğu söyleniyor. (…)
Ayşegül Yüksel
Cumhuriyet
02.12.2003
……………………………

Devam’ı Brezilya’da
Tiyatrotem, ‘Böyle Devam Edemeyiz’ gölge-kukla oyunuyla Brezilya’ya konuk oluyor. Curitiba’da 9-18 Temmuz tarihleri arasında düzenlenecek 13.Uluslararası Kukla Festivali’ne katılacak olan oyun (…) Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş tarafından hazırlanmış.
Cumhuriyet
22 Haziran 2004
………………………..

Kukla Festivali kapsamında gösterilen ve gölge tiyatrosuna Türkiye’den çok başarılı bir selamlama sayılabilecek oyun, masal ve rüyalardan yola çıkılarak oluşturulmuş, çılgın ve uçuk kaçık bir tekerleme. (…) Geçtiğimiz sohbaharda her yaştan izleyiciye yönelik gerçekleştirilen ‘Böyle Devam Edemeyiz’ büyük ilgi toplayınca, tiyatrotem oyunu festival kapsamında üz gösteriyle tekrarlamaya karar verdi. Biz de bu kararı sevinçle karşılıyor (…) böylesi eğlenceli ve matrak bir gösteriyi kaçırmamalarını öneriyoruz.
internet ortamından bir eleştiri yazısı
Mayıs 2004
…………………………

İnsanın gülmekten karnına ağrılar sokan, tavsiye etmek için biraz geç kaldığım oyun çünkü en son oyunlarını bu gün sahnelediler. oyuncuların performanslarına değinmeye gerek bile yok sanırım.
eclipse
Ekşi Sözlük
05.06.2004

………………………

şehsuvar aktaş, ayşe selen ve bilge gültürk’ten oluşan, 2000 yılından itibaren hizmet veren tiyatro kuruluşu. gölge-kukla oyunlarında çok başarılı bulduğum bir grup.
barzakhi
Ekşi Sözlük
26.05.2004
………………………

“Istanbul’da tiyatrotem çok iyi işler yapmaya başladı. Son iki oyunları hakikaten çok güzel.”
Yard.Doç.Dr.Tülin Sağlam
Cumhuriyet Dergi
Aralık 2003

 

This post is also available in: İngilizce