[1]Tiyatrotem’in 2012 Nisan tarihi itibariyle ürettiği oyunları şöyle sıralayabiliriz:
Lahana Sarma (2001) ve Böyle Devam Edemeyiz (2002) adlı oyunlar illüzyon kurma ve illüzyon kırma, tekerleme, olaylarda, durumlarda, sözlerde tekrar/simetri, taklitler, bozuk telaffuz, oyuna işaret etme, oyundan çıkma, rol-içinde-rol, oyun-içinde-oyun, metinler arasılık, yadırgatma, ironi, grotesk gibi anlatı ve seyirlik geleneğinde var olan özellikleri içeren yapımlar. Alem Buysa Kral Übü (2004), yukarda özetlenen tüm özellikleri, Alfred Jarry’den uyarlanan bir metinle ve batının “burlesque” tiyatrosuyla kaynaştırır. III. Riçırd Faciası (2006) da bu bağlamda değerlendirilebilir. Ancak bu kez, geleneksel ve çağdaş gösterim unsurları, Shakespeare’in trajik oyununu alıntılayarak dönüştürmek üzere kullanılır; aynı uygulama Moliere’in Tartuffe (2007) adlı oyunundan yola çıkılarak kotarılan Tartüf Bey için de geçerlidir Nasıl Anlatsak Şunu (2007) ise, içinde yine metin içinde metin, gölge oyunu, meddah, hikâye aktarımı gibi ögeleri barındıran, “bir taraftan anlatılan, bir taraftan da nakledilen” bir kukla-gölge oyunu. Hakiki Gala (2009), günümüzün rating yapan ve çok tartışılan televizyon programları, sağanak halinde yağan 3.sayfa haberleri, insanlardaki kendini tüm çıplaklığıyla toplumun zalim seyrine sunarak karizma oluşturma çabası üzerine kotarılmış bir komedi. Beraber ve Solo Şarkılar (2010) ise mahalleleri kentsel dönüşüm projesi kapsamına alınan insanların hikâyelerini anlatıyor. Oyun kişileri bugün yaşadıklarını anlatırken yakın ya da uzak geçmişte olup biten, ama unutulan, unutturulan anlara ya da anılara da geri gidiyorlar. Akıllarına düşen şarkılar ise bu yaşayan bellek macerasına eşlik ediyor: “Unutamıyorum… unutamıyorum… gecem yok, artık, gündüzüm yok…”
Gösterim Metinlerinden Hareketle oluşturulan ve her yaş için belirlenen Lahana Sarma, Böyle Devam Edemeyiz ve Nasıl Anlatsak Şunu adlı oyunlara biraz daha yakından bakacak olursak: Bu oyunların ortak özellikleri oyun metinlerinin doğaçlamalara dayanıyor oluşudur. Lahana Sarma’nın çıkış cümlesini, “Renkli tasvirler herhangi bir nedenle hayal perdesinden çıkmak zorunda kalsalardı, ne olurdu?” sorusu oluşturur. (…) Oyunun açılışını yapan 1 ve 2 hem oyuncu, hem anlatıcı, hem de oynatıcıdır. Öykünün akışı içinde tasvirlerin/kuklaların ‘renkli gölgeler’ olmakla ‘beyaz kuklalar’ olmak arasındaki ikilemleri, oynatıcı-oynatıcı, oynatıcı-kukla, kukla-kukla, kukla-tasvir çatışmaları ya da çakışmaları öykünün arka planını oluşturur. Böyle Devam Edemeyiz, ilk oyunun devamı niteliğindedir; “evleri”nden, yani perdelerinden çıkmak zorunda kalan renkli tasvirler geri dönmenin yolunu bir daha bulamayınca sürprizlerle dolu bir bilinmeze doğru yol alırlar; bu yolculuk sırasında “yanlış perdeler”e girerler; bütünü bir ‘tekerleme’ olan oyunun sonu gelmez bir türlü, gelemez.
Lahana Sarma ve Böyle Devam Edemeyiz illüzyon kurma ve illüzyon kırma, tekerleme, olaylarda, durumlarda, sözlerde tekrar/simetri, taklitler, bozuk telaffuz, oyuna işaret etme, oyundan çıkma, rol-içinde-rol, oyun-içinde-oyun, metinler arasılık, yadırgatma, ironi, grotesk gibi anlatı ve seyirlik geleneğinde var olan özellikleri içeren yapımlardır.
Nasıl Anlatsak Şunu da doğaçlamaya dayanan bir oyun metnine sahip. Bu oyunda sahnenin seyirciye göre solunda bir masa, üzerinde doğrudan oynatılan, üç boyutlu, kâğıttan yapılmış bir kukla bulunur: Usta’dır bu (…) Sahneye giren 1 ve 2 yine hem oyuncu, hem anlatıcı, hem de oynatıcıdırlar. Oyunun dış çerçevesini bu ikilinin öyküsü oluşturur. Anlatmak istedikleri bir öyküleri vardır, ama aralarında anlatı tarzı farklılığı görülür; başka deyişle, nakletme, aktarma sorunu vardır. (…) Kısacası Nasıl Anlatsak Şunu içinde yine metin içinde metin, gölge oyunu, meddah, hikâye aktarımı ve kukla gibi ögeleri barındıran, “bir taraftan anlatılan, bir taraftan da nakledilen” bir kukla-gölge oyunu.
Yukarıda özellikleri kısaca sıralanan her yaş için oyunları ve diğer oyunlarımızı üretirken işe yaklaşım ve çalışma yöntemi bağlamında çocuk oyunu / yetişkin oyunu ayrımı gözetmiyoruz. Her oyun bizim için “yaptığımız işle bir hesaplaşma” niteliği taşıyor. Çocuk ya da genç seyirciye bir şeyler öğretme, illa ki güldürmeye ve eğlendirmeye çalışma gibi kaygılar taşımadan oyunlar üretmeye çalışıyoruz. Tiyatromuzun ‘geleneksel’ini değerlendirmekle birlikte, klişeleşmiş hiçbir geleneksel ögeye abanmamaya, ‘geleneksel’den bizde ne kaldığını araştırmaya, anlamaya çalıyoruz. Sahne düzeninde, dekorda, kostümde, ışıkta ve oyunculukta ‘elde edilmiş bir sadelik’ peşinde koşuyoruz.
Her yaş için oyunlar üretmekten neyi kastettiğimiz biraz açıklamak isteriz:
Öncelikle seyircinin oyunu seçerek, oyuna gelmeye “niyetlenerek” gelmesini tercih ediyoruz. Bu nedenle örneğin okullara toplu satış yapmayı ya da okullara gidip oynamayı pek tercih etmiyoruz. Bunun yerine örneğin çoluk çocuk topluca gelmek isteyen bir mahallenin sakinleri bize daha hoş geliyor. Yetişkinlerin ve çocukların birlikte seyrettikleri oyunlar hem onların hem bizim açımızdan çok daha eğlenceli oluyor; “eğlenmek” ve “eğlendirmek”ten anladığımız bu. Bu nedenle de “çocuk tiyatrosu” yapmaya niyetlendiğimizde çocukları öncelikli tutarak, her yaşa oyun yapmaya çabalıyoruz. Oyunlarımıza alt yaş sınırı koysak da üst yaş sınırı koymuyoruz. Yetişkin ve çocuk birlikte oyun seyrettikleri zaman yetişkinlerin haz aldığı anlar, çocuğun haz aldığı anlar ya da birlikte etki aldıkları ve tepki verdikleri anlar oluyor; gösterim üzerinden aralarında oyunsu bir ilişki doğuyor.
Oyunlarda kimi zaman yetişkinlerle “işbirliği” yapıp çocuklara “oynamak”, kimi zaman da çocuklarla “işbirliği” yapıp yetişkinlere “oynamak” oyun oynamayı ve seyir etmeyi katmanlandırıyor. En keyifli oyunlar üç kuşak seyircinin bir arada seyrettiği oyunlar, çünkü seyircinin tiyatroya gitmek üzere hazırlanıp evden çıkması, belli bir yol kat ederek tiyatroya ulaşması, gişeden biletini alırken gişeciyle ilişki kurması, fuayede beklemesi, fuaye büfesinden küçük bir alış veriş yapması, o fuayede ortak bir zaman geçirmesi, seyredilecek oyuna dair merakını ve heyecanını büyük/küçük hep birlikte paylaşması sahne/seyir yeri ilişkisini olumlu etkiliyor. Kaldı ki bütün bu eylemler çocuğun ilerideki “yetişkin seyirci hali”ni de biçimliyor.
Özellikle gölge-kukla oyunlarının sonunda sahne arkasına doluşan yetişkin ve çocukların tasvirleri ve kuklaları oynatmaya çalışmaları onların “birlikte oyun oynama” ya da “birlikte oyun kurma” kavramlarıyla karşılaşmalarını sağlıyor.
Özetle tiyatrotem çatısı altında çocuk ya da yetişkin oyunları üretirken “seyrinin sefa isteyenlere neşe; hakikati görmek isteyenlere ise ibret (ki her ikisine biz de dahiliz)” vermesidir muradımız.
Ayşe Selen-Şehsuvar Aktaş, 2012