Kasım 2005’te Belgrad’ta yapılan Tiba Uluslar arası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali’nde jüri üyeliği yapan Ayşe Selen’in izlenimleri

23 Kasım 2005, 15.30:
Istanbul’da yağmur var. Trafik korkusundan evden erken çıktık. Şehsuvar’la vedalaştık. Taksim’den kalkan Havaş otobüsüne bindim. Havaalanı. İşlemler. Polis, pasaportumdaki harç puluna taktı, oysa pul orda işte! İki kez git, gel. Sıcak bastı. Son kontrolden de geçtim.

18.05: Birazdan uçağa bineceğim. Şehsu’yla biraz önce konuştum. Murathan Mungan’ın “Çador”unu okuyorum.
20.00: 40 dakika gecikmeyle kalktık. Küçücük bir uçaktayım. Güvenlik önlemleri anons edilirken iki sözcüğün bizdekiyle aynı olduğunu duydum: kopça ve kayış! Yugoslav Havayolları yaşlı hostes konusunda rekor kırmış bence! Uçuş 2 saat 15 dakika sürecekmiş.
23.00: Yerel saatle 20.50’de Belgrad’a indik. Her yer bembeyaz, kar altında. Festival görevlisi Tanja Pereviç karşıladı beni. Yaklaşık 20 dakikalık bir araba yolculuğundan sonra Otel Metropol’e geldik. Bizim eski körüklü otobüsler, troleybusler, küçük büfeler, elçiliklerin sıralandığı Kral Miller Caddesi, bitmek bilmeyen toplu konutlar… dikkatimi çeken şeyler bunlar. Ama Nato’unn bombaladığı ve o halde bırakılmış binaları görünce dermanım kesildi. Kendimi hiç iyi hissetmiyorum.
Tanja festival programını verdi. Yarın 10.00 tiyatroda, Dusko Radoviç’te buluşmak üzere ayrıldık.
Otal odasındayım, karşımda toplu konutlara bakıyorum, “Arka Pencere” filmi gibi…
Savaş sırasında Tanja 17 yaşındaymış!

24 Kasım 2005, 10.50:
Dusko Radoviç! Devasa ST.Martin Ketedrali’nin arkasında! Şu anda kuliste oturuyor ve Türk kahvesi içiyoruz! Camdan bakıyorum. Bombalanmış bir bina! Televizyon binasıymış. Müdür ihbar aldığı halde binada çalışanlara haber vermemiş. Aralarında Miloseviç’in kızı da olmak üzere bir sürü genç insan ölmüş. Müdür şu anda hapisteymiş!

İnanılmaz bir şey: Ekim’de Bursa’da tanıştığım İspanyol Omar ve grubu da bu festivale katılıyor…
Birazdan açılış gösterisi olacak, ardından da Sırp-Danimarka ortak yapımı “Stone Prince”i izleyeceğiz. Kantinde oyuncu oldukları her hallerinden belli olan iki “aktör” kahve içiyor. Acaba jüri üyeliği tiyatronun kantininden başlıyor mudur?
11.30: Açılış töreni ve oyun iptal oldu. Yönetmen, gelen çocukların yaş grubunu küçük bulmuş; oynamayı reddettiler, oynamadılar!
Öğle ve akşam yemeklerini kendi cebimden yiyeceğimi öğrendim, canım sıkıldı!

Tanja’yla birlikte Boska Buha tiyatrosuna geldik. Ulusal müzenin ve ulusal tiyatronun hemen yanında; burası merkez, yaya bölgesi, alışveriş merkezi filan var. Ulusal müze kapalıymış, yeniden toparlamaya çılışıyorlarmış! Saat 14.00’te Boska Buha’nın “Rebellio of the Dolls” adlı oyununu izleyeceğiz.
Her katında tiyatro olan bir bina burası ve her yeri dökülüyor!

14.30: Şimdi de Boska Buha’nın kantininde bekliyoruz. Bir okul geç kalmış, öteki çocuklar salonda bekliyorlar. Diğer jüri üyeleri Katerina ve Aleksandr da buradalar. Bir grup kadın oturuyor kuliste. “Bunlar kim?” diye soruyorum. “Öğretmenler!” diyor Tanja. Öğretmenler oyunla hiç ligilenmezlermiş, her zaman kantinde beklerlermiş, asla çocuklarla birlikte salona girmezlermiş! Allah Allah! Allah Allah!

15.45: sonunda ilk oyunumuzu izledik. Birbirlerinin oyuncaklarını kıran iki kardeş; biri kız, biri erkek. Gece uyuduklarında kırık oyuncaklar (Harry Potter, Barbie bebek, spiderman vb.) canlanıyorlar, isyan ediyorlar ve evden çıkıyorlar; bir ormana geliyorlar, orada da huzur içinde yaşayan bir oğlanla bir kız var (?). Oyuncaklar oldukça uzun süren bir süreçten sonra onlarla birlik ve beraberlik içinde evlerine dönüyorlar (?). Çocuklar oyuncaklarına kavuştuklarına çok seviniyorlar. Kurgusu, dramaturgisi zayıf, ritm ve anlatım sorunlarıyla dolu, sıkıcı ve özensiz bir oyundu.
Yarın daha iyi oyunlar izlemeyi umuyorum.

25 Kasım 2005, 12.00:
Andersen’in “Thumbelina” adlı masalından aynı adla uyarlanan bir oyun izledik! Youth Theatre’nin oyununu Emilia Mrdakoviç yönetmiş. 3 oyuncu hem oynuyorlar, hem de kuklaları oynatıyorlardı. “Çocuk oyunlarında sesi inceltmek gerekir!” anlayışının hakim olduğu bir gösteriydi. Balı fazla kaçmış, hiçbir gerçek ânı olmayan bir gösteriydi. Bu tür çocuk oyunlarını hiç sevmiyorum. Daha perde açıldığı anda “eyvah” dedirten oyunlardan biriydi. Yazık ki çok çalışmışlar! Ya da iyi ki çok çalışmışlar! Diğer jüri üyeleri de benimle aynı fikirdeler.

13.15: Belgrad’ta güneş açtı. Koskocaman bir parkın içindeki küçük bir restoranda ton balıklı salata yiyorum, soda içiyorum (335 Dinar). Kırmızı kareli, kocaman peçeteler var! Bir de nar ekşisi!
15.15: Macarlar’ı izledik. Daha önce de örneklerini gördüğüm gibi tam onlara özgü bir gösteriydi! Yine Macar müziği, yine halk oyunları! Yine temiz, disipline, yine iyi! Bir Macar masalından hareketle, yine dansla ve müzikle kotarılmış bir oyun. Jürinin oybirliğiyle büyük ödüle aday! Çekincelerim: tekrarlar kısaltılabilirdi; müzikte yabancı öğlere gerek yoktu (Carmina Burana gibi).
20.20: Otel odamda bir Tito belgeseli izliyorum. Ulusal günlerde uçaklar havada TITO yazarak uçuyorlarmış! Nasıl da tapıyorlarmış Tito’ya. Burada konuk olarak bulunan Danimarkalı oyun yazarı Michael bu gün bana “Assiyej Bursa festivali çok büyük bir festival öyle değil mi?” diye sordu. Nasıl gönendim, nasıl!!!

26 Kasım 2005, 11.00:
Bu gün yarışma dahilinde olan oyun yok. Etkinlik kendi içinde ikiye ayrılıyor: Büyüklerin çocuklar için oynadıkları oyunlar –ki ben bunun jürisindeyim-; çocukların çocuklar için oynadığı oyunlar –ki bunun da jürisi ayrı-; ama ben hepsini izliyorum!
15.15: Belgrad gençlik merkezine gittik, Sırbistan ASSİTEJ’inin başkanı Lubitza’yla birlikte! Orada gençlerle çalışma yapan pedagog Diana’yla tanıştım. Çalıştırdığı genç grubun kısa doğaçlamalarını izledim. Gençler her yerde genç!

20.30: Bizi Sırp yemekleri yemek üzere tipik bir Sırp restoranına yemeğe götürdüler. Sırp yemeği diye gele gele çöp şiş geldi. Bir de rakı içer misin diye sormazlar mı? “O bizde var, siz için!” dedim en ukala halimle. Yemekte Sırbistan’daki çocuk tiyatrosunun sorunlarından konuşuldu. Okul öğretmenlerinin tutuculuğunu aşamadıklarından yakındı Anya Susa! Çocuk tiyatrosunun bu “vıcık vıcık bal” halinden kurtarmak istediklerini, bunun için çalıştıklarını anlattılar! Bunun çaresinin 5-6 kişilik bir öğretmen grubunu Danimarka’ya festivale göndermekte yattığına inanıyorlar. Michael de kendisinin doğru adres olmadığını, bunu Peter Manscher’le görüşmeleri gerektiğini söyledi. Anya Susa biraz boşuna dil dökmüş gibi oldu, ama neyse!!!

27 Kasım 2005, 10.45:
Belgrad’ta Pazar günü. Pazar günleri Istanbul’da bile sevimsizdir, nerede kaldı Belgrad’ta sevimli olsun! Üstelik oteldeki karate takımı gece olay çıkardığı için sabaha kadar uyumadım. Dökülüyorum! Bu gün yarışmaya dahil oyun yok!

28 Kasım 2005, 11.00:
Ve festival devam ediyor. Birazdan Belgrad’taki tek kukla tiyatrosu olan Pinokyo’dan Andersen’in bir masalından uyarlama “Goldilocks and the three bears” adlı bir oyun izleyeceğiz.

15.45: Pinokyo’dan arka arkaya iki oyun izledik. Birincisi yolunu kaybeden ve bir ayı ailesinin evine rast gelip orada karnını doyuran, ardından da ayı ailesiyle dost olan kızın, Goldilock’un öyküsüydü; kara tiyatro, ipli kukla ve gölge oyunun bir arada kullanıldığı bir gösteriydi. Oldukça dağınık bir oyundu. İkinci gösteri ise gölge perdesinde salt ellerin gölgesiyle kotarılan, kendi içinde bütünlük taşıyan kısa sekanslardan oluşuyordu. Bu türün çok iyi örneklerini izlemiş olmakla birlikte bu gösteriden de keyif aldım.

29 Kasım 2005:
Bu gün 11.00 belki de hayatımda gördüğüm en kötü oyunu izledim. Çok sıkıldım, o kadar ki şu anda kızgınım, öfkeliyim! Festival böyle bir oyunu nasıl seçer? Sırbistan’dan bir topluluktu ve ne yaptıkları, ne yapmak istedikleri hiç belli değildi!!!
15.40: saat 14.00’te Cindrella izledik. Herhangi bir özelliği yoktu. Yok, yok vardı: oyuncu yokluğu vardı herhalde ki oyunda üvey anne yoktu; prensi ve büyük kız kardeşi aynı oyuncu oynuyordu ve bütün oyun boyunca çocuklar “ama sen erkeksin!” diye bağırdılar. Doğal olarak oyunun büyük bölümünde abla sahnede yoktu; çok özensiz bir çalışmaydı.
Seyredecek iki oyun kaldı!

30 kasım 2005, 12.10:
Nihayet bir şey seyrettim; koskoca Sırbistan şimdiye kadar gördüklerimden ibaret olamazdı!!! Niş’ten gelen kukla tiyatrosu bir masal anlattı bize. Bir krallığı tehdit eden devi öldürerek prensesle evlenmeye hak kazanan, ama prensesin yine de sevdiğine vardığı bir masaldı bu. Sahne düzenlemesi, kuklalar, kuklaların oynatılışındaki inanılmaz ayrıntı ve özen, toplu oyunculuk, uyum… herşey gerçekten iyidid! Gönlüm büyük ödülü onlara vermekten yana, ama diğer jüri üyeleri Macarlar’da diretiyorlar! Geriye tek oyun kaldı; onu da izledikten sonra kesin kararımızı vereceğiz.

14.00: Yine Sırbistan’dan bir oyun izledik. Çok basit bir öykü, çok basit kuklalarla, çok basit anlatılmış! Bir horozla bir tavuk birbirlerine âşık oluyorlar; birleşiyorlar, yumurtalardan bir tanesi bir türlü açılmıyor, diğer hayvanlardan yardım istiyorlar, sonunda yumurta açılıyor. Mutlu son! Güzel ve temiz bir gösteriydi.

Ve jüri kararını verdi:

En iyi sahne gösterimi: Poor Boot Maker and the Wind King, yönetmen Hernjak Djerdj, Gyermekszinhaz Çocuk Tiyatrosu, Subotica, Macaristan
En iyi yönetmen: Hernjak Djerdj, Poor Boot Maker and the Wind King, Gyermekszinhaz Çocuk Tiyatrosu, Subotica, Macaristan
En iyi erkek oyuncu: Greguş Zaliani, Poor Boot Maker and the Wind King, Gyermekszinhaz Çocuk Tiyatrosu, Subotica, Macaristan
En iyi toplu oyunculuk: Niş Kukla Tiyatrosu, Niş, Sırbistan
En iyi sahne tasarımı: Niş Kukla Tiyatrosu, Niş, Sırbistan
En iyi canlandırma: Niş Kukla Tiyatrosu, Niş, Sırbistan
Üst düzey sahne gösterimi: Tosa Jovanoviç Ulusal Tiyatrosu, Kukla Bölümü, Zrenjanin, Sırbistan.

Böylece 11.Festiç sonuçlanmış oldu. Ödül töreni yarın, 01 Aralık 2005 Perşembe günü, saat 18.00’de. Ben burada olmayacağım!
Hoşçakalın Ivana, Niki, Anya, Tanya, Aleksandra, Aleksandr, Andrea, Lubitza, Diana, Bosco, Michael… Hoşçakal Belgrad!