1982 yılından bu yana ayrı ayrı ya da birlikte değişik tiyatro topluluklarında oyuncu, yönetmen, yönetmen yardımcısı olarak çalışmış, TV ve sinema filmlerinde rol almış, senaryo yazarlığı ve çevirmenlik yapmış olan Şehsuvar Aktaş ve Ayşe Selen çalışmalarını 2000 yılından itibaren tiyatrotem çatısı altında sürdürmeye başladılar.
İlk oyun olan Lahana Sarma 18.10.2001 tarihinde 7. Uluslararası Eskişehir Festivali kapsamında dünya prömiyerini yaptığı için tiyatrotem doğum günü olarak bu tarihi kabul ediyor.
Tüm oyunlarda izleyiciyle paylaşılan bir oyunsuluğun egemen olması, oyunsu olandan alınan hazzın yakalanması amaçlanıyor. tiyatrotem’in, çağdaş ve geleneksel gösterim sanatları tekniklerini dramatik tiyatro ile Türkiye kültürel ortamında kaynaştırma esasına dayanan araştırmacı bir tiyatro anlayışına sahip olduğu; bir anlamda tiyatronun tiyatrosunu yapmayı arzulayan, bunu araştıran bir ‘anlatı tiyatrosu’ olduğu söylenebilir.
Lahana Sarma (2001) ve Böyle Devam Edemeyiz (2002) adlı oyunlar illüzyon kurma ve illüzyon kırma, tekerleme, olaylarda, durumlarda, sözlerde tekrar/simetri, taklitler, bozuk telaffuz, oyuna işaret etme, oyundan çıkma, rol-içinde-rol, oyun-içinde-oyun, metinler arasılık, yadırgatma, ironi, grotesk gibi anlatı ve seyirlik geleneğinde var olan özellikleri içeren yapımlar. Alem Buysa Kral Übü (2004), yukarda özetlenen tüm özellikleri, Alfred Jarry’den uyarlanan bir metinle ve batının “burlesque” tiyatrosuyla kaynaştırır. III. Riçırd Faciası (2006) da bu bağlamda değerlendirilebilir. Ancak bu kez, geleneksel ve çağdaş gösterim unsurları, Shakespeare’in trajik oyununu alıntılayarak dönüştürmek üzere kullanılır; aynı uygulama Moliere’in Tartuffe (2007) adlı oyunundan yola çıkılarak kotarılan Tartüf Bey için de geçerlidir Nasıl Anlatsak Şunu (2007) ise, içinde yine metin içinde metin, gölge oyunu, meddah, hikâye aktarımı gibi ögeleri barındıran, “bir taraftan anlatılan, bir taraftan da nakledilen” bir kukla-gölge oyunu. Hakiki Gala (2009), günümüzün rating yapan ve çok tartışılan televizyon programları, sağanak halinde yağan 3.sayfa haberleri, insanlardaki kendini tüm çıplaklığıyla toplumun zalim seyrine sunarak karizma oluşturma çabası üzerine kotarılmış bir komedi. Beraber ve Solo Şarkılar (2010) ise mahalleleri kentsel dönüşüm projesi kapsamına alınan insanların hikâyelerini anlatıyor. Oyun kişileri bugün yaşadıklarını anlatırken yakın ya da uzak geçmişte olup biten, ama unutulan, unutturulan anlara ya da anılara da geri gidiyorlar. Akıllarına düşen şarkılar ise bu yaşayan bellek macerasına eşlik ediyor: “Unutamıyorum… unutamıyorum… gecem yok, artık, gündüzüm yok…” Gündüz Niyetine (2013) iki “hayalbazın”, sözüm ona topluca kötü bir rüya görmüş olan seyircilerine, Alfred Jarry’nin Zincire Vurulmuş Übü oyunundan sahneler aktararak bu rüyayı hayra yorma gayreti üzerine kurulu. Oyunda hikâye anlatma, gölge oyunu teknikleri iç içe geçirilerek kullanılmakta. Sezonun Kâbusu (2014) bir tiyatro kâbusu gören bir oyuncunun kendini birdenbire August Strindberg’in yazdığı Matmazel Julie oyununun içinde bulması üzerine kurulu. Oyunda sahneyle seyir yeri arasında yer aldığı var sayılan “4.duvar”, tiyatroda gerçeklik, seyircinin varlığının bilincinde olmak, seyirciyi yok saymak, oyuncunun kendi kendine konuşması olarak nitelendirilen “apar”, iki oyuncu aynı anda sahnedeyken birinin apar yapması halinde 4.duvarın söz konusu iki oyuncu arasında da kurulması gibi meseleler tartışılıyor. Ben Bir Masal Dinledim (2015) bir kısa anlatı; Özgün çizimlerden oluşan görseller eşliğinde 6 yaş ve üzeri seyirci grubu için tasarlanan anlatıya kaynaklık eden hikâye Munro Leaf’in Ferdinand adlı yapıtı; yazar bu hikâyede çok yalın bir dille şiddet karşıtı görüşlerini, boğa güreşi yapmak istemeyen küçük bir boğa üzerinden dillendiriyor.
Tiyatrotem Ferdinand hikâyesine anlatı ve tekerleme geleneğimizden gelen “girizgâh” ve “bitiş” bölümleri ekleyerek yeni bir boyut kazandırıyor. Anlatıdan sonra görselde yer alan çizimlerin “boyama afişi” biçiminde tasarlandığı afiş seyircilere dağıtılıyor, böylece hem boyama etkinliği oluşturuluyor, hem de gösteriden kalıcı bir anı bırakılmış oluyor.
Dünyanın Yemeği (2015) anlatı ve gölge tiyatrosunun bir tür bileşimi. Sahneye gelen iki hikâyeci bu gün çok acayip bir hikâye anlatacaklarını ve göstereceklerini bildirirler. Bu hikâye yemek yemesini çok seven bir Kral ve onun Aşçı’sının hikâyesidir. Günlerden bir gün Kral, Aşçı’dan Hörşey’i pişirmesini ister, eğer pişirirse kendisinin de yemesine izin vereceğini söyler; ama malzemeler eksiktir. O malzemeleri bulup Hörşey’i pişirirse Aşçı’ya da yemekten tattıracağına söz verir Kral. Aşçı eksik malzemeleri bulmak üzere üç kez saraydan çıkar. Her seferinde başına bir sürü olay gelir. Binbir maceradan sonra saraya dönüp yemeği pişirir. Kral sözünü tutmaz, Aşçı’ya tattırmadan bütün yemeyi silip süpürür, yedikçe de şişer. O kadar şişer ki sonunda bütün sarayı kaplar, Aşçı sarayın dışında kalır. Ancak kendisini başkaca sürprizler beklemektedir. Aşk, Ayrılık ve Başka Şeyler (2017) eski bir köçek olan Baba Nazlı ile çırağı Can İbo Şah arasında yaşanan yakıcı ve tutkulu aşkın hikâyesi… “Can İbo Şah’ın gözyaşlarıyla masumlaşan ve bir kat daha güzelleşen yüzüne baktı, köçek olmak için yaratılmış vücudunu çırılçıplak seyretti. Mendiliyle alnında biriken terleri sildi. İşte o anda Baba Nazlı’nın sol böğründe baş gösteren ateş afeti bir gece önce çıkan yangından çok daha sarsıcıydı; adeta bir afet-i azam idi…”
Reşat Ekrem Koçu’nun meddah defterlerinden derleyip kendine has bir biçimde hikâyeleştirdiği olaylardan harmanlanan oyunda paşa kızı Gülbeyaz, arabacı Deli Veysel, güngörmez padişahının oğlu Abdi Bey, şair ve hattat Bal Mehmet Çelebi, güvercin topuklu Zerefşan, şahin başlı Zehir Ali’nin ve daha başkalarının hikâyeleri de bu büyük aşka eşlik ediyor…
Tiyatrotem yurt içindeki gösterimlerinin yanı sıra Brezilya’dan Hindistan’a, Danimarka’dan Mısır’a kadar uzanan bir coğrafya üzerinde oyunlarını festivallerde sergiledi.
This post is also available in: İngilizce