04.08.2012

Bir kez daha Bitolo (Manastır) yolları gözüktü: 2.Uluslararası Bitolo Çocuk Tiyatroları Festivali’ne davetliyiz. Uçağımız 7.50’de. Sabah 04.00’te başlıyor gün bizim için. Makedonya saatiyle 8.30’da Üsküp’e iniyoruz. TAV’ın inşa ettiği yeni terminal binası açılmış; Atatürk Havalimanı’ndan kalkıp Atatürk Havalimanı’na inmiş gibi oluyoruz. Geçen yıl olduğu gibi Sascha karşılıyor bizi, ama bu kez bir minibüsle. Üsküp-Bitolo arası aşina olduğumuz bir yol bizim için artıkç Bu kez şehir merkezinde bir otelde kalıyoruz. Otele girdikten 10 dakika sonra mihmandarımız Simione geliyor. Birlikte 5 dakika ötedeki tiyatroya gidiyoruz. Kantinde festivalim basın toplantısı var. Basının ilgisi/zliği aynı: 3-5 muhabir, 2 kamera. Vasko, Juliana, Vasko’nun babasıyla kucaklaşıyoruz. Eski dostlar! Hemen oynayacağımız sahneye bakmaya gidiyoruz. Küçük! Eyvah! Ne yapalım, öyle ya da böyle oynayacağız!

Öğleden sonra uyuyoruz. Akşamüstü Şirok Sokak’ta (Makedonlar da İstiklal Caddesi muadili olan bu caddeyi aynen böyle adlandırıyorlar) bir yerde kahve içip kendimize geliyoruz. Ardından da dev ekranda olimpiyat seyredip akşam yemeği yiyoruz. Şehirdeki bütün ekranlarda olimpiyatların gösterildiği kanallar açık.

 

05.08.2012

Kahvaltıdan sonra 11.00’de otelden çıkıyoruz. Tiyatronun kantinine gidiyoruz. Vasko’nun annesi geliyor. Makedonya eski Ankara büyükelçisinin festivalin açılışına geldiğini ve bizimle tanışmak istediğini haber veriyor. Gidiyoruz, tanışıyoruz. Ama büyük elçi karısını bize tanıştırmadığı gibi yalnızca Şehsuvar’la konuşuyor, Ayşe’nin ve benim yüzümüze bile bakmıyor. 12.00’de festival açılışı ve açılış oyunu var. Juliana çok sade ve kısa bir açılış konuşması yapıyor, ardından Hırvatlar’ın oyununu izliyoruz. Canı sıkılan ve oyun icat etmeye çalışan iki çocuğun öyküsü üzerine kurulu bir oyun. Özellikle erkek oyuncunun enerjisi çok yüksek. Öğle yemeğini tostla geçiştirip dekorumuzu tiyatroya taşıyor ve kuruyoruz. Prova yapıyoruz. Sahneye biraz zor sığdığımız için sahne üzerinde bizim kumanda ettiğimiz müzikleri sahne yanında Ayşe’nin kumanda etmesine karar veriyoruz. Dramaturgi uğruna Ayşe’yi oyunun “maestrosu” ilan ediyor ve oyuna dahil ediyoruz. Oyun saati geliyor. Yakınlardaki bir Türk köyünden otobüsle Türk çocukları getiriyorlar. Böyle bir organizasyon yapmışlar yani. Bir tane bile kız çocuğu gelmiyor, hepsi oğlan. Salon aşırı sıcak. Bizim broşürler seyirciye yelpaze oluyor. Ter gözümüzü yakıyor.  Oyun iyi geçiyor; daha iyi olabilirdi. Dekorumuzu toplayıp paketliyoruz. Geçen yıl bize yardımcı olan teknik adam yine bizimle. Pek muhabbetli; oğluyla birlikte seyretmişler. Oğlan hâlâ gülüp duruyor. İyi, teknik beğendiyse iyi! İşimiz bitince otele gidip duş alıyoruz, kantinde parti var. Kosovalılar yanımıza gelerek seyirciyle kurduğumuz ilişkiye hayran olduklarını söylüyorlar. Gecenin ilerleyen saatlerinde Hırvatlar ve İngilizler ablukaya alıyorlar bizi. Bütün kuralları yıkan bir oyun oynadığımızdan dem vuruyorlar. Hırvat oyuncu perdedeki renkli tasvirlerin perde dışında siyah beyaz oluşları “illüzyonunu” “yutmuş”. Kıs kıs gülüyoruz. Caz kulüpte devam eden sohbette özellikle İngiliz tarafından soru yağmuruna tutuluyoruz. Beckett’i bildiğimize şaşırmasına şaşırıyoruz.

 

06.08.2012

Öğle sıcağı bastırmadan “çarşiya”yı, bedesteni geziyoruz. Bedesten!in mimarisi aynı Kapalıçarşı, ama minicik, yalnızca iki sokaktan oluşuyor. Derken karşımıza kocaman bir pazar alanı çıkıyor. Tuhafiye, sebze, meyve, kap kacak, giysi,  adet edevat… her şey var. Sebze meyve organik. Öyle hepsi torna tesviyeden çıkmış gibi değil. Eğri büğrü, yamru yumru. Şehsuvar’ın deyişiyle “70’li yıllarda bizdeki pazarları hayranlıkla gezen Avrupalılar gibiyiz”. Edremit’te olduğumuzu düşündüren bir ‘gazinoda’ Türk kahvesi içiyoruz. Öğle yemeğinden sonra siesta vakti. 17.30’da Bulgarlar’ın oyunu var. Kukla oyunu. Küçük bir cadının zor durumda olanları yardımına koşmasını anlatan bir oyun. Kukla-oynatıcı ilişkisinde zaman zaman sorunlar var. 19.00’da İsviçre’nin oyununu izliyoruz. Bir Weissclown ve bir August’ün buldukları bir çiçek tohumuyla kurdukları ilişki üzerine yarım saatlik bir oyun. Çok iyi bir oyun. Yüzümüz ışıldıyor. Oyunun sonunda çocuklara minicik bohçalar içinde fasulye dağıtıyorlar. 20.30’da Ruslar’dan Cindirella izliyoruz, daha doğrusu izlemiyoruz, yarısında çıkıyoruz. Gece kantin, rakiya, uzo ve sohbet bizi bekliyor.

 

07.08.2012

Festivalin son günü. Sabah hayvanat bahçesine gidiyoruz. Durum içler acısı. Hayvanlar pislik ve bakımsızlıktan perişan. Her yer dökülüyor. İstasyon binasına gidiyoruz. Binanın mimarisi Bozüyük ya da Bilecik istasyon binalarını andırıyor, ama terk edilmiş gibi; sanki kötü bir şey olmuş da herkes oradan gitmiş, öööyle kalakalmış gibi. Rayları otlar bürümüş, ilerde kapıları açık iki vagonlu bir tren duruyor. Binen 3-5 kişi olmasa yıllardır orada terk edilmiş sanırsın. Öğle yemeğinden sonra siesta vakti. Bitolo’da hava iki gündür 43 derece. 17.30’da İngilizler’in oyununu isliyoruz. Karlar Kraliçesi’ni anlatıyorlar/oynuyorlar bir kadın ve bir erkek oyuncu. Anlatı tiyatrosunun çok iyi bir örneği. 19.00’da festivalin son oyunu Kosovalılar tarafından oynanıyor: Tom ve Jerry. Çocuk tiyatrosunun en kötü örneklerinden biri. Çıkıyoruz oyundan. Saat 20.00’de önce eve sahibi Babec Tteater’in doğum günü partisi var, ardından da jüri kararını açıklayacak. Çocuklarla kutluyorlar doğum günlerini, dans ediyorlar, şarkı söylüyorlar, bisküit yiyorlar, meyve suyu içiyorlar. Bir süre sonra parti bitiyor, çocuklar gidiyorlar. Vasko bütün grupları içeri çağırıyor. Jüri başkanı Nada Kokotoviç mikrofona geliyor, bir şeyler söylüyor. Herkes dönüp bize bakıyor. Ne olduğunu anlamıyoruz. Herkes hâlâ bize bakıyor. Ayşe: “Ödülü siz aldınız” diyor. Biz yine ne olduğunu anlamıyoruz. Sonunda anlıyoruz: Ödülü bize vermişler. Ödül plaketimizi ve beratımızı alıyoruz. Şehsuvar mikrofondan herkese teşekkür ediyor. Herkesle kucaklaşıyoruz.

Hep birlikte kantine gidiyoruz. Kosova, İsviçre, Türkiye, Rusya, Makedonya, İngiltere sağlığa kadeh kaldırıyoruz.

 

08.08.2012

Istanbul’u özledik. Dönüyoruz.