tiyatrotem, 26 Ocak – 03 Şubat 2009 tarihleri arasında Hindistan’ın Yeni Delhi ve Mumbai (Bombay) kentlerinde yapılan 7. Uluslararası Ishara Kukla Tiyatrosu Festivali’ne Nasıl Anlatsak Şunu adlı oyunla katıldı.

 Nasıl Anlatsak Şunu masa üzerinde doğrudan oynatılan üç boyutlu bir kuklanın aklından geçenlerin gölge oyunu perdesinde görselleştirilmesine dayanan bir gösterim. Usta yazarımız hikayeler yazar, hikayeler anlatır. Çocuklar için… Yine yazacaktır. Aslında Don Kişot hakkında bir şeyler anlatmayı düşünmektedir. Ancak, birden bir hayale kapılır: “Acaba bir çocuk olsa ne anlatılmasını isterdi? Nasıl anlatılmasını isterdi? Ama bir çocuk bunu bilebilir mi? Neden olmasın? Çocuklar da bazı şeyleri bilirler. Örneğin masalları… Her çocuğun bildiği masallar vardır, değil mi? Acaba bir çocuk hangi masalın anlatılmasını isterdi? Nasıl anlatılmasını isterdi?” Yazar ustamız kendi kendine bunları sorarken birdenbire hayalinde bir çocuk belirir. Ve yazar usta aynı soruları çocuğa sormaya başlar… Tasvir-kukla tasarımının Şehsuvar Aktaş’a, dramaturgisinin Çetin Sarıkartal’a, görsel iletişim tasarımının Behiç Alp Aytekin’e  ait olduğu oyunda Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş oynuyorlar ve oynatıyorlar.

 

 

 

Hindistan, ya da resmî adıyla Hindistan Cumhuriyeti  Güney Asya‘da bulunan bir ülkedir. Dünyanın en büyük yedinci coğrafî alanı ve en büyük ikinci nüfusuna sahip olan ülkedir, ve dünyanın en büyük demokrasisidir. Güneyinde Hint Okyanusu, batısında Umman Denizi ve doğusunda Bengal Körfezi‘nin bulunmalarıyla birlikte Hindistan’ın deniz kıyısı 7.517 kilometre uzunluktadır. Batısında Pakistan, kuzeydoğusunda Çin, Nepal ve Butan, ve doğusunda Bangladeş ve Myanmar ülkeleri ile sınır paylaşmaktadır.

Nüfus: 1,225,000,000 (bir milyar iki yüz yirmi beş milyon) (Temmuz 2007 verileri)

Mumbai: 13.662.885

Delhi: 11.954.217

Nüfus artış oranı: %1.60 (2007 verileri)

Mülteci oranı: -0.08 mülteci/1,000 nüfus (2001 tahmini)

Bebek ölüm oranı: 63.19 ölüm/1,000 doğan bebek (2001 tahmini)

Ortalama hayat süresi: Toplam nüfus: 62.86 yıl

Erkeklerde: 62.22 yıl

Kadınlarda: 63.53 yıl (2001 verileri)

Ortalama çocuk sayısı: 3.29 çocuk/3 kadın (2007 tahmini)

HIV/AIDS – hastalıklarına yakalanan yetişkin sayısı: %0.7 (1999 verileri)

HIV/AIDS – hastalığı olan insan sayısı: 3.7 milyon (1999 verileri)

HIV/AIDS – hastalıklarından ölenlerin sayısı: 310,000 (1999 verileri)

Ulus: Hint

Nüfusun etnik dağılımı: Hint-Aryan %72, Dravidian %25, Moğol ve diğer %3 (2000)

Din: Hindu %80,5, Müslüman %13,4, Budizm %0,8,Hristiyan %2,3 diğer %5 (2000)

Resmî Diller: İngilizce, Hintçe, Bengali, Telugu, Marathi, Tamilce, Urduca, Gujarati, Malayalam, Kannada, Oriya, Punjabi, Assamîce, Kaşmirîce, Sindhi, Sanskrit,Peştucali

Okur yazar oranı: 15 yaş ve üzeri için veriler

Toplam nüfusta: %52

Erkekler: %65.5

Kadınlar: %37.7 (1995 verileri)

100 milyon’dan fazla insanda sokakta perperişan sefalet içinde yaşıyor.(2008 verileri)

(Vikipedi, Özgür Ansiklopedi)

 

 

 

26 Ocak Pazartesi, saat 18.35

Sonunda beklenen gün geldi. Hindistan’a, Yeni Delhi’ye uçuyoruz. Türk Hava Yolları her zamanki gibi dakik, temiz, özenli… Güneşe doğru uçuyoruz.

 

27 Ocak Salı, saat 03.00

Hindistan saatiyle sabah saat 03.00’te Yeni Delhi’ye indik. Üç ayrı polis kontrolünden geçtik. Bizi karşılamaya gelenleri ararken, canı sıkılan ya da uyumamak için kendine iş icad eden bir takım Hintli polisler pasaportlarımızı görmek isteyip durdular. Sonunda bizi karşılamaya gelenleri bulduk, alandan çıktık. Hava sisli ya da tozlu, tam ayırt edemiyoruz. Yanımıza hemen hırpanî kılıklı birileri yaklaşıyor; ya eşyaları taşımaya yardım edip para istiyorlar ya da doğrudan para istiyorlar. Dekorumuzu bizi almaya gelen arabanın üzerine koyup iplerle bağlıyorlar. Arabaya biniyoruz, otele doğru yola çıkıyoruz.

Otele varışımız 06.00’yı buldu. hava aydınlandı; aydınlanmasıyla birlikte akıl almaz bir trafik gürültüsü başladı; korna sesleri hiç ama hiç kesilmiyor, otelin adresinde şehir merkezinde olduğu belirtiliyor, ama şehir merkezine benzer bir yerde değiliz. Otel tarifsiz kirli. Üç saat uyuyoruz. Kahvaltı etmek istiyoruz. Otelin mutfağı içeri bile girilmeyecek kadar kirli. Bir şeyler yiyip kahve içiyoruz. Festival yöneticilerini telefonla arıyoruz.

Bizi otelden alıyorlar ve Yeni Delhi’nin içinde arabayla gitmeye başlıyoruz. Müthiş bir şaşkınlık içersindeyiz. Gözümüzün şimdiye gördüğü en büyük sefalet seriliyor önümüze. Sokaklarda, kaldırımlarda, tretuvarlarda yaşayan, ancak üzerlerini örtecek bir örtüye sahip, insanlıktan çıkmış insanlar görüyoruz. Havada akbabalar uçuyor. Her kırmızı ışıkta arabanın camına dilenen insanlar yaklaşıyor. Hava çok kirli, toz tabakası şehrin üzerini örtmüş.

Oyunu oynayacağımız Habitat Center’e geliyoruz. Burada birden dünya değişiyor, hava temizleniyor, çevre temizleniyor. Otelde de, burada da, her yerde her kapıyı açmakla görevli birer koruma var. Şehrin birçok yerinde kum torbalarından siperler kurulmuş, arkalarında eli silahlı askerler var. Festival yöneticileriyle tanışıyoruz.

Akşam saat 18.30’da festivalin açılış oyununu izliyoruz. Aynı zamanda festivalin yöneticisi olan Dadi Pudumjee’nin yönettiği Simple Dreams adlı bir oyun.

Oyundan sonra bir kokteyl var, diğer gruplarla tanışıyoruz.

Otele dönüyoruz, arka tarafa bakan odalara geçiyoruz, uyuyoruz.

 

28 Ocak Çarşamba, 06.00

Taç Mahal’in bulunduğu Agra’ya doğru yola çıkıyoruz. Çevreye bakmaktan başımız döndü. Kalabalık, pislik, kargaşa, hiç susmayan korna sesleri, yol boyunca sıralanan yağlı kara tencere yemeği yapan lokantalar, küçük dükkânlar, inekler, maymunlar… Eyalet değiştirirken şoförümüz 400 rupi ödüyor. Agra’ya geliyoruz. Yolda hemen hemen bütün arabaların arkasında ‘Lütfen korna çal’ yazdığını görüyoruz. Korna burada bir kızgınlık ifadesi değil, ‘kardeşim, çekilir misin, ben geliyorum’ ifadesi. Araba belli bir yere kadar girebiliyor, gerisini küçük taksilerden biriyle gideceğiz. Arabadan indiğimiz anda satıcılar ve dilenciler taciz derecesinde çevremizi sarıyor. Taksiyle Taç Mahal’e varıyoruz. Çok etkileyici. Burada hava biraz daha temiz, çünkü yeşillikler bakımlı ve su var. Hayranlık içersinde Taç Mahal’i geziyoruz.

Aynı taksi, aynı satıcı ve dilencilerle geri dönüyoruz. Şoförümüz belli ki ‘turistik gezi’nin duraklarından biri olan bir lokantaya götürüyor bizi. Lokantanın girişinde bir adam çalgı çalıyor, küçük bir erkek çocuğu dans ediyor, çok ‘turistik’. Yine her kapıyı açan bir görevli var. Yemeğimizi yiyoruz.

Yemekten sonra Agra Kalesi’ne gidiyoruz. Uçsuz bucaksız saraylar, iç içe geçmiş saraylar, saraylar, saraylar…. Bütün çinileri, bütün süslemeleri, altın varakları, kaplamaları tek tek sökülmüş, çıkarılmış saraylar….

Yeni Delhi’ye geri dönüyoruz.

 

29 Ocak Perşembe, 10.00

Mahatma Gandhi’nin mezarını ziyaret etmek istiyoruz. Kapalı diyorlar. Uzaktan gördüğümüz kadarıyla uçsuz bucaksız bir yeşilliğin ortasında sade bir çiçek tarhı gibi bir şey mezar (tabii orada yatmıyor inançları gereği, çoktan kül olmuş). Delhi’deki Cuma Mescit’ine gidiyoruz. O da sade bir yapı; mescide giden yolda insan dışkılarına basmamaya özen gösteriyoruz. Kapıda bilet kesenler insanda en ufak bir güven duygusu uyandırmıyor.

Ardından Delhi’de Kırmızı Kale’ye gitmek istiyoruz. İçeriye çanta sokmadıkları için giremiyoruz.

Eski Delhi’nin içinden geçiyoruz. Müthiş bir kalabalık, müthiş bir gürültü, inekler, damdan dama dolaşan maymunlar, kargaşa, korna sesleri, dükkânlar, ortalık yere hacetini gören insanlar, rengârenk sariler, havada uçan akbabalar, sokaklarda yaşayanlar…. İnsanoğlunun böylesi bir sefalet içinde yaşamaya bırakılmış olması insanlık onurumuza dokunuyor. Sömürgeci İngilizler’in bu ülkeden ve bu insanlardan alacağını aldıktan sonra her şeyi öylesine bırakıp gittiğini hatırlıyoruz, bunun izlerini açıkça görüyoruz. Oryantalist bir bakış açısına ‘mistik’ ‘renkli’ ‘müthiş’ gözüken Hindistan, öyle bir bakış açısına sahip olmayana acı veriyor.

Habitat Center’e gitmeden önce Khan Market’e uğruyoruz. Alış veriş çılgınlığını doyuran bir yer. Onca hava ve çevre kirliliği içindeki ülkede naylon poşet diye bir şey yok, naylon felaketinin önüne almayı başarmışlar; pet şişe yok; çocukların ellerinde dijital oyuncaklar yok. Akşam İtalyan Massimo Godolf Peli’nin ‘The Kidnap of Sandrone’ adlı oyununu izliyoruz.

 

30 Ocak Cuma, 11.00

Sabahları birbirine karışan ezan sesi ve tapınak çanlarıyla uyanıyoruz.

Bu gün biz oynayacağız. Sabahtan dekorumuzla birlikte oyunu oynayacağımız Amphi Theater’e gidiyoruz. Dekorumuzu kuruyoruz, hazırlıklarımızı tamamlıyoruz. Mihmandarımızdan ışıkçısına, marangozundan …. varana kadar herkes bize elinden gelen yardımı yapıyor. İstediğimiz herhangi bir şey hemen yerine getiriliyor. 18.30 gösteri saati. Heyecanlıyız. Amfi tiyatro tıklım tıklım dolu. İngilizce-Türkçe oynuyoruz. Tümüyle farklı bir kültürün seyircisine oyun oynamak iyi bir deneyim doğrusu. Oyun iyi geçiyor, biraz rahatlıyoruz.

 

01 Şubat Cumartesi, 9.30

Yeni Delhi’den festivalin ikinci durağı olan Mumbai’ye uçuyoruz. Mumbai’e inince hava değişiyor, daha temiz, rüzgâr var, toz yok. Havaalanına inince dilenciler gelmiyor yanımıza. Dekorumuzun yine bir arabanın tepesine konuyor ve iplerle bağlanıyor, otele doğru yola çıkıyoruz. Aynı sefalet, aynı kargaşa, aynı pislik, aynı korna sesleri…. Birden deniz gözüküyor… İçimizde büyük bir sevinç uyanıyor… Ve yakın zamanda saldırıya uğrayan otelin önünden geçerek kendi otelimize geliyoruz. Odamız temiz, yataklar temiz, otel temiz ve karşımızda deniz… Mumbai’n belli bir bölgesi İzmir’e benziyor… Kordon, Alsancak, Karşıyaka’yı andırıyor. Otele yerleştikten sonra köşedeki pizzacıya gidip güzel bir yemek yiyoruz. Akşam Nationel Center of Performing Arts’ta  ünlü Tayvan’lı kukla ustası Chen Xihuang’tan bir gösteri izliyoruz. Güzel bir uyku çekiyoruz.

 

 

02 Şubat Pazar, 10.00

Mumbai’da gösteri zamanı. Dekorumuzu tiyatroya taşıyoruz ve hazırlanmaya başlıyoruz. Saat 16.00’da matine oynuyoruz, tiyatro dolu. Oyun çok iyi geçiyor. 18.30’da suare oynuyoruz. Tiyatro daha da dolu. Artık çok rahatız ve mutluyuz. Dekorumuzu paketliyoruz, otele bırakıyoruz. Organizasyonda aksayan hiçbir şey olmadı. Leopold Cafe diye bir yere yemeğe götürüyorlar bizi. Kalabalık, canlı bir yer.

 

03 Şubat Pazartesi, 10.00

Mumbai’dan Yeni Delhi’ye geri dönüyoruz. Artık Delhi’yi tanıdığımız hissine kapılıyoruz, ama o sefaleti kanıksamaya olanak yok. Eşyalarımızı topluyoruz. Son alışverişlerimizi yapıyoruz, artık sabırsızlanmaya başladık, çünkü İstanbul’u özledik.

18.30’da festivalin kapanış oyununu izliyoruz. Md. Shameem’in yönettiği Flying Flower ve Anurupa Roy’un yönettiği The Little Blue Planet. Bu oyunlar bir zamanlar sokak çocuğu olan, o sefaletin içinden çekip çıkarılan, yetiştirilen gençler tarafından oynanıyor. Oyundan sonra herkesle tek tek vedalaşıyoruz.

Gece 01.00’de Yeni Delhi havaalanına bırakıyorlar bizi. Alana geldiğimiz andan uçağın kapısına kadar 9 ayrı kontrolden geçiyoruz. Kendi getirdiğimiz ve geri götürdüğümüz kendi eşyalarımız için gümrük ödetmeye bile kalkışıyorlar bize, bu salvoyu da başarıyla atlatıyoruz. 05.35’te uçağımız havalanıyor. Türk Hava Yolları her zamanki gibi dakik, temiz, özenli… Güneşi arkamıza alarak uçuyoruz.