25.08.2011
Çok nazik bir mesaj geliyor: Okan Ürün bir projeyle ilgili olarak benimle görüşmek istiyor, telefon numaramı rica ediyor. Ertesi gün arıyor beni. Galata Perform’un bu yıl 7.sini düzenlediği Görünürlük Projesi kapsamında sergilenecek bir kısa oyundan söz ediyor; oyuncu olarak beni düşündüğünü, metni göndereceğini, ilgilenmem halinde tekrar görüşeceğimizi söylüyor. Doymak bilmeyen bir oyuncu iştahıyla ve ar’sızlıkla karışık bir oyuncu arzusuyla “tamam” diyorum. Metin geliyor, okuyorum. Tereddütsüz “ben bunu oynayacağım” diye düşünüyorum. Söz konusu iştahı ve arzuyu üst düzeyde kışkırtan bir metin çünkü: tek kişilik bir oyun; bir kadın oyunu; oyuncunun boğuşması, başa çıkması gereken bir edebiyat içeriyor; çalışma, deşifre etme isteği uyandıran bir anlatı; politik; hatırlamaya ve hafızaya dair bir oyun; belli bir şive kullanmak gerekiyor… Kısacası, tam anlamıyla körün istediği bir göz…

Hemen arıyorum Okan’ı, “ben bu işte varım!” diyorum. Metnin yazarı Ece Erdoğuş ‘un da bulunacağı bir buluşma için sözleşiyoruz.

30.08.2011
Buluşuyoruz. Okan’ın asistanı Esin de var. Bana projenin doğuşunu anlatıyorlar: Okan ve Ece iki eski arkadaşmışlar. Yıllar sonra yeniden buluşmuşlar. Okan, Görünürlük Projesi 7’nin bir bölümünün küratörlüğünü üstlenmiş o sıralar. Projede mekan olarak kullanılacak olan, Galata’daki eski hamursuz fabrikasına gitmişler birlikte. Fabrikada artık kullanılmayan küçük bir mutfak varmış. Ece orayı görünce “ben bu mutfak için bir metin yazmak istiyorum” demiş. Dediğini de yapmış. Ondan sonra da o metni oynayacak oyuncu araştırmasına girmişler.
O gün heyecanlı ve sevinçli geçen buluşmanın ardından heyecan ve sevinç içinde dağılıyoruz.

31.08.2011
Araştırmalara başlıyorum:

Hamursuz Sözlük
Pesah: üzerinden geçmek, atlamak
Bi muelos de matsa: hamursuz lokması
Ençusa de pirasa: pırasa böreği
De espimaka: ıspanak böreği
Kalavas yenaz de karne: etli kabak dolması
Teffilah: dua, sabah duası
Tallid: duada kullanılan şal
Takkâ: takke
Halilah: dini bayramları gösteren takvim
Pesah, fısıh veya Hamursuz Bayramı, (İbranice:פסח Pesah) Yahudiler’in Mısır’daki kölelikten kurtuluşunun anısına her yıl, diasporadaki Yahudilerce 8 gün, İsrail’de ise 7 gün kutlanan bayram.

Tarihçe
Tevrat’a göre Mısır’da Firavun’un köleleri olarak kullanılan ve üzerlerine ağır işler yüklenen Yahudiler, Tanrı’nın yardımıyla Musa’nın önderliğinde Mısır’dan çıkarlar. Ancak bu çıkış o kadar acele ve apar topar olmuştur ki, Yahudiler kendileri için hazırladıkları ekmeklerin hamurlarının mayalanmasını beklemeden pişirirler. Bu yüzden, bu bayramda mayalı hiçbir ürün tüketilmez. Pesah boyunca Museviler mayasız hamurdan yapılmış matsa adındaki ekmeği yerler.
Yasaklar
Yahudiler Hamursuz Bayramı’nda hiçbir kabaran veya mayalanan ürünü tüketemeyecekleri gibi, buğday, arpa, darı, yulaf, çavdar adı verilen tahılları ve bundan üretilmiş yan ürünleri de (makarna, bira, ekmek, vb.) evlerinde bulunduramazlar.
Hamursuz Bayramı’ndan önce evde büyük bir temizlik yapılır. Her taraf elbiselerin ceplerine kadar aranarak bu türden ürünlerin bulunmaması sağlanır. Evde bulunan bu türden ürünler satılabilir, bayram sonrası tekrar satın alınabilir. Ancak evde unutulmuş bu türden bir ürün bayramdan sonra bulunsa dahi yenmez.
Hamursuz Bayramı’nda Sofra
Hamursuz Bayramı’nın ilk iki ve son iki gecesi akşam evde ziyafet düzenlenir. Bu sofraya Seder adı verilir. Sofrada Hamursuz Bayramı’na özgü yiyecekler bulunur ve Mısır’dan çıkışın hikâyesini anlatan Agada diye bilinen hikâyeler okunur.

06.09.2011
Okan’la birlikte oyunun oynanacağı mekana bakmaya gidiyoruz; mekanı görünce ortaya şöyle bir durum çıkıyor: Oyun mekandaki küçük bir mutfakta oynanacak. Seyir yeri olarak kullanılacak elverişli bir alan yok; çok az sayıda seyirci mutfağın kapısının hemen önünden belki bir şeyler görebilir. İlk başta bir olumsuzluk, bir yoksunluk gibi görünen durum bizi şu çözüme götürüyor: Mutfağa konacak bir kamerayla oyunu ana mekanda yer alacak seyircilere aktarmak.

07.09.2011 vd.
Kendi kendime çalışmaya başlıyorum. Her zamanki gibi fiziksel bir çalışmayla başlıyorum; prova salonunda yürüyorum, yürüyorum, yürüyorum, yürüyorum… ta ki ‘kadını bulana’ dek. Kadını bulduğuma ikna olduğumda onu ‘tutabilmek, kaybetmemek’ için metinden bağımsız hayatını sürdürmesine çalışıyorum. Artık her ‘çağırdığımda kadının geldiğine’ ikna olduğum zaman metni çalışmaya başlıyorum.
Oyun bir pesah sabahı bimuelos de matsa yapmak üzere mutfağına giren, ama bir türlü tarifi hatırlamayan, tarifi hatırlamadıkça ve de hatırlamaya çalıştıkça uzak ve yakın geçmişinden hatıraların saldırısına uğrayan bir kadının hayatından minicik bir kesit.
Çalışıyorum…

Yoldaşım Şehsuvar geliyor izliyor, yol gösteriyor bana… Sonra oturuyoruz masanın başına:
Bu yıl ‘Sahneden Çık’ alt başlığıyla ortaya çıkan projenin tarifinde şöyle deniyor:
“(…) GalataPerform tarafından altı yıldır düzenlenen “Görünürlük Projesi bu yılki tema olan “Sahneden Çık!” sloganıyla şekilleniyor.
Yeni Metin Yeni Tiyatro yazarlarının Galata Bölgesi’nde sahne dışı mekânlarda gerçekleştireceği “Dış Mekanlarda Kısa Oyunlar ve Performanslar”, bölgede bulunan Hamursuz Fabrikası’nda “Mekana Özgü Gösteriler” ve “Meydan ve Sokak Performansları” gibi ana başlıklarla etkinlik, tiyatronun tanımını yeniden değerlendirmeye ve tartışmaya açmak istiyor.

Bu seneki önemli Görünürlük mekânlarından biri de bölgedeki Eski Hamursuz Fabrikası. Farklı disiplinlerden gelen sanatçıların mekânın özelliğine, tarihine gönderme yaparak ya da mekândan esinlenerek ortaya koyacakları çalışmalar birbirlerinden bağımsız ve iç içe izlenebilecek. Dehşet-gerilim sinemasının sahne üstünde deneyimlenmesi, kült bir romanın fantastik kahramanlarının canlanması, hamursuz yemek tarifleriyle başlayıp belleğe yolculukla devam eden anlatılar, aşk çıkmazını konu edinen videolar, yeni bir “Kâinat Güzeli” macerası, edebiyatla performansın kesiştiği noktalar… Şimdilik Hamursuz Fabrikası’nı “meşgul edecek meseleler”den bazıları. (…)”

Bu tarifin yanı sıra önümüzde bir vakıa var: “Mutfağa konacak bir kamerayla oyunu ana mekanda yer alacak seyircilere aktarmak.”
Öncelikle bir zorunluluktan doğan bu vakıa projenin tarifiyle, oyunun içeriğiyle şaşırtıcı bir dramaturgi şemsiyesi altında buluşuyor: Bakış açısını tartışmaya açmak.
Bu bağlamda sorulan sorular ve alınan belli başlı dramaturgi notları şunlar oluyor:

– Bakış açısına göre gerçeğin algısı değişir mi?
– Sahneden çıkarılmış, gerçek bir mekanda gerçekleşen, seyirciyi yok sayan, gerçek hayat kesiti gibi ortaya koyduğun şey bile bakış açısına göre kendi gerçeğini tartışır hale getirir. Oysa ki ortaya koyduğun şeyin içeriği oldukça ‘ağır’.
– Seyirci oturduğu yerden o ‘ağır’ gerçeği bir açıdan görebilir, kamera ise o ‘ağır’ gerçeği seçilmiş bir açıdan görür.
– Gerçek, seyirciyi gözetmez.
– Seyircinin kapıdan gördüğü, göründüğü kadarıyla mı daha gerçek ? Daha mı iletken? Seyirciye daha çok mu dokunuyor?
– Ara yüzden, yani kameranın aktardığı görüntüden görünen mi daha gerçek ? Daha mı iletken? Seyirciye daha çok mu dokunuyor?
– Başkası tarafından belirlenmiş açıdan her şey görülebilir, ama acaba o zaman her şey görülebilmiş olur mu?
Dramaturgiyi Ece ve Okan’la paylaşıyorum.

20.09.2011
Sahaf Festivali’nden oyunda kullanacağım eski fotograflar satın alıyorum. Kutular ağzına kadar insanların ‘vazgeçtiği’ çoğunlukla siyah beyaz fotograflarla dolu. O kutulara elini daldırınca insanların hayatına tecavüz ediyormuşum hissine kapılıyorum. Olur olmaz gözlerim sulanıyor. Dükkan sahibinin gözünden kaçmıyor; “bak sana ne göstereceğim?” diyor. Köşeden 60’lı yıllarda ilk okullarda okutulan alfabe kitabını çıkarıyor. Ben artık düpedüz ağlıyorum. Dükkan sahibi kitabı elimden alıyor: “Ooooo sen çok hassasmışsın!” diyor.

22.09.2011
Okan’la bir kez daha gidiyoruz mekâna; kameranın nereye yerleştirileceği, oyunun nasıl başlayacağı, nasıl bir mikrofon kullanılacağı konularını gözden geçiriyoruz.

25.09.2011
Ayşe Bayramoğlu oyun fotografları çekiyor. Çok güzel çıkıyor fotograflar. Ece hepimizin üzerinde fikir birliğine vardığımız bir fotografta bir takım değişiklikler yapıyor. Daha da güzel oluyor.

27.09.2011
Nihal Geyran Koldaş ve Ayşe Bayramoğlu prova izliyorlar. Çok önemli katkılarda bulunuyorlar bana.

30.09.2011
Esin’e görselimizi teslim ediyoruz. Güzel oldu, güzel.

22.09.2011, 11.00
Gün geldi, çattı. Sabah teknik provamı yapıyorum. Eski Hamursuz Fabrikası’nın avlusunda oyun saatinin gelmesini bekliyorum. Avluda etkinlik çerçevesinde “performans” yapacak diğer ekiplerden gençler var. Kulak misafiri oluyorum konuştuklarına: “işin komiği iki oyuncu daha ortada yok!” “Aman canım, Oscar alacak değiliz ya!” “Bizim ses tasarımını yapacak olan arkadaş dün gece yurtdışından döndü! Nasıl olacak hiç bilmiyorum!” “Eee?” “Bilmiyorum yani, üç aydır ne yaptık, bilmiyorum yani!” “Niye böyle son dakika oluyor her şey?” (Gülüşmeler) “N’aber?” “İyilik! Performansa geldim işte… Bu arada iş vardı, ama performans var diye işe ara verdim!” Kendimi yaşlı ve çağ dışı hissediyorum. “Abi, aradınız mı ……..’yı?” (Gelmeyen oyuncuyu kastediyor) “Aradım, açmıyor!” “Sevgilisini arayın” “Aradım, o da açmıyor!” “Şaka gibi yani!” “Hadi gidip biraz dolaşalım!” (Gidiyorlar) Kendimi biraz daha yaşlı ve biraz daha çağ dışı hissediyorum. Ece ve annesi de avludalar. Çok şık giyinmişler, makyaj yapmışlar, çok özenli görünüyorlar. Avluya bir adam giriyor: “Ya, üç saat önce birileri geldi,bizim atölyeden bir çekiç aldı, getiririz dedi, hâlâ getirmedi!” diyor. Ekiplerden bir kız cevap veriyor: “Abi, burada durumlar var da, yani, çekiç bizde kalamaz mı?” Adam itiraz ediyor, birisi çekici bulup adama veriyor; adam giderken: “Şurada aşağıda 3 liraya çekiç satıyorlar!” diyor. Aynı kız: “Olsun, ödünç almak daha güzel!” diye cevap veriyor. (Gülüşmeler)

16.00
Oynuyorum. İstediğim gibi oynayamıyorum. Sesim boş mekânda çok yankılandığı için sözler anlaşılmıyor. Huzursuzum; mutlu değilim.

23.10.2011, 14.00
Yine Hamursuz’dayım. Bu gün daha iyi geçecek.

16.00
Oynuyorum, evet daha iyi geçiyor. Sözcükleri ve cümleleri biraz birbirinden ayırmayı beceriyorum, böylece yankı daha az sorun oluyor. Oyun biter bitmez Okan içeri dalıp yanağıma bir öpücük konduruyor. İşte bu kadar! Mutluyum!